Cumhuriyet İlahiyat Dergisi (Jun 2020)

‘Akrâ-Halkâ Deyişi Özelinde Hz. Peygamberin Safiyye’ye Uğursuzluk Nisbetinin İmkanı Üzerine

  • Şule Yüksel Uysal

DOI
https://doi.org/10.18505/cuid.692917
Journal volume & issue
Vol. 24, no. 1
pp. 321 – 344

Abstract

Read online

Hadislerin doğru anlaşılması, dili iyi bilmenin yanı sıra sözün söylendiği ortam ve bağlam ile sözü söyleyenin kastını da bilebilmeyi gerektirir. Dilin içinde zamanla anlamı değişip gelişen sözcüklerin varlığının yanı sıra deyimsel kullanışları sebebiyle gerçek anlamıyla ilgisi tama-men kopmuş sözcüklerin bulunması ise anlama için daha fazla çaba göstermeyi zorunlu kıl-maktadır. Nitekim Hz. Peygamber’in (s.a.v.) Veda Haccı’nda Mekke’den ayrılacağı zaman Hz. Safiyye için söylemiş olduğu ‘akrâ-halkâ sözü de genelde uğursuzluk anlamıyla bağdaştırılan ve özel olarak incelemeyi gerektiren ifade biçimlerinden biridir. İfadenin doğru anlam ve kulla-nımının tespiti önemli bir yanlış anlaşılmanın önüne geçecektir. Nitekim ifadenin şerhlerde ve bazı çevirilerinde yalnızca lafzî karşılıklarıyla yetinildiği görülmektedir. İfadenin gerek sözlük-ler gerekse daha özel bir amaçla kaleme alınmış Ġarîbu’l-Hadîs türü eserlerdeki açıklamaları ile şerhler ve çevirilere yansımasının ele alındığı çalışma tüm bu verilerden yola çıkarak sünnetin diğer verileri ile uyum arz eden en doğru karşılığı bulmayı amaçlamaktadır.Özet: Hz. Peygamber Veda Haccı sonrasında Mekke’den ayrılacağında eşlerinden Hz. Safiy-ye’nin adet olduğu bilgisi kendisine ulaşmıştır. Bunu duyunca Safiyye’nin farz olan tavafı ya-pamadığını zanneden Hz. Muhammed, eşine yönelik olarak ‘akrâ halkâ ifadelerini kullanmıştır. Bu ifadeler dilde sık kullanılan bir ifade değildir. Bazı eski Arap şiirlerinde karşımıza çıkan bu ifadeler geçmiş ümmetlerin kıssaları anlatılırken bazı hadislerde birkaç defa zikredilmiş, Pey-gamberimiz tarafından da görebildiğimiz kadarıyla yalnızca Safiyye’ye yönelik olarak kulla-nılmıştır. Peygamberimizin bu sözü söylemesinin sebebi Safiyye’nin adet olduğunu bildirmesinin ardın-dan onun farz olan tavafı yapmadığını zannetmesidir. Bu zannına bağlı olarak Hz. Peygamber Mekke’de bir süre daha kalmaları gerekeceğini düşünmüş, aslında yola çıkmaları gerekirken kalabalık bir hacı grubu ile birlikte Mekke’de bir süre daha kalmanın zorluğunun yarattığı şaşkınlık ve endişe ile bu sözü söylemiştir. Ancak bu sözlerin anlamı ile ilgili olarak gerek ter-cümelerde görülen çeşitlilik gerekse şerhlerde görülen olumsuz içerikli bazı yorum ve çıka-rımlar bu çalışmanın ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Kelimelerin anlamları ile ilgili klasik sözlüklerde ve Ġaribu’l-Hadîs türü eserlerde yeterli mik-tarda bilgi bulunmaktadır. Bu eserler, kelimelerin kökünde ölüm, yaralama, kısırlık, hastalık, uğursuzluk, yas tutma gibi anlamların bulunduğunu ortak olarak ifade etmektedir. Kelimelerin türediği temel kökler bu anlamlara sahip olmakla beraber ifadeler aslında bir değişim ve dönü-şüm geçirmiştir. Arap dilinde var olan başka bazı örneklerde olduğu gibi bu kelimeler aradan geçen uzun zaman sonucunda asıl kök anlamları ile ilgisini yitirmiş ve ondan bağımsız olarak daha çok şaşırma durumunu bildirmek üzere kullanılır olmuşlardır. Hem klasik kaynaklar, hem de konuyla ilgili yapılan çağdaş çalışmalarda bu bilgiye yer verilmektedir. İfadelerin kök anlamlarından bağımsız hale geldiği ve şaşkınlık durumunda kullanılan hayret bildiren bir anlama sahip olduğu bildirilmesine rağmen gerek Türkçe çevirilerinde gerekse bazı şerhlerde olumsuz vurgular ön plana çıkmaktadır. Türkçe çeviriler içerisinde lafza bağlı ve daha çok uğursuzluk anlamının vurgulandığı çeviriler hakim olmakla birlikte bazen şaşkınlık anlamını veren çeviriler, bazen hiçbir biçimde kelime ile ilgisi olmayan çeviriler yapılmış bazen de çeviri yerine kelimeyi latinize etmekle yetinilmiştir. Ayrıca kelimeye anlam verilir-ken kullanılan beddua üslubu olumsuzluk anlamını daha fazla ön plana çıkarmaktadır. Şerhlerin geneli ifadeler ile ilgili çok fazla bilgi vermezken bazı müelliflerin kelimelere olum-suz anlam verdikleri, buna bağlı olarak Hz. Safiye ile Hz. Âişe arasında bir kıyaslamaya gittikleri görülmektedir. Çünkü Hz. Âişe’nin özel durumu sebebiyle umre yapamayışı kendisini üzmüş o da bu durumu Peygamberimize iletmişti. Peygamberimiz de onun bir şekilde umre yapabil-mesi için ona çözüm üretmişti. Bu olayda Hz. Peygamber Âişe’ye çözüm üretip onu teselli ederken benzer bir olayda Safiyye için ‘akrâ halkâ demesi bazı şârihleri Safiyye’nin peygambe-rimizin gözünde Âişe kadar değerli olmadığı sonucuna götürmüştür. Oysa ki ulaşılan sonuç isabetli değildir. Bir başka şerhte hiçbir delil olmadığı halde Safiyye’nin peygamberimizle ko-nuşurken haddini aştığı buna bağlı olarak “dili uzun” anlamına gelecek şekilde Peygamberimi-zin ona bu sözleri söylemiş olma ihtimali nakledilmektedir. Bir başka şerh ise bu sözden yola çıkarak bir erkeğin kendisini geciktirdiği zaman hanımına ağır söz söyleyebileceği hükmünü çıkarmıştır. Daha çok kelimelerin olumsuz anlamlara sahip olduğu zannı üzerinden yürüyen ve buna bağlı sonuçlar üreten çıkarımlar sünnetin diğer verileriyle bağdaşmamaktadır. Hayatı boyunca diğer eşlerinin Yahudi kızı olmasından dolayı Safiyye’ye yönelik eleştirilerine karşı Safiyye’yi savu-nan, hatta ona akıl verip kendisini savunması için yol gösteren Peygamberimizin aynı eşi için uğursuzluk içeriği olan bir sözü söylemesi kanaatimizce pek çok açıdan imkansızdır. Uğursuz-luk anlamı verildiği takdirde Peygamber öncelikle “Uğursuzluk yoktur” anlamındaki sözüne kendisi muhalefet etmiş olacaktır. Ayrıca Peygamberin hayatının her alanında hanımlarla iletişiminde görülen letafet bir eşine uğursuz demesini imkansız kılmaktadır. Yalnızca kendi örnekliği ile değil hanımlara kibar davranmaları konusunda mümin erkeklere yönelttiği ısrarlı uyarıları ile de bilinen Hz. Peygamberin Hac gibi özel bir ibadet sonrasında çadırının önünde üzgün bekleyen eşine bu sözü söylemesi imkansız görünmektedir. Gerek dinin temel ilkeleri gerekse üsve-i hasene olarak gönderilen Hz. Peygamberin yaşantısı ile taban tabana zıt olan bu tür çeviriler beraberinde pek çok sorunu getirmektedir. Bir yandan kadınlara ve onların kendilerine özgü hallerine karşı müsamahasız, kadınları aşağılayan, istedi-ği zaman kaba ve çirkin sözler söyleyebilen bir peygamber portresi çizilirken diğer yandan ümmetine yönelttiği uyarılara kendisi uymayan bir peygamber görüntüsü ortaya çıkmaktadır. Oysa klasik sözlüklerin verdiği bilgilerden yola çıkarak kelimelerin o anda karşılaşılan duru-mun büyüklüğü ve vahametine işaret edecek ve şaşkınlığı da bildirecek şekilde “Şimdi yandık!” veya “Vay başımıza gelene!” çevirisi tüm bu olumsuz sonuçları engelleyecektir. Makalenin ana konusunu oluşturan ‘akrâ halkâ deyişlerinden de yola çıkarak diğer pek çok alanda olduğu gibi dini metinlerin, özellikle de hadislerin tercümesi bu konuda dikkatle üzerin-de durulması gereken bir alan olarak karşımıza çıkmaktadır. Çünkü hadislerin tercümesi, Arapça bilmeyenlerin Peygamber yaşantısını öğrenmelerinin tek yolu olarak gayet önemli bir işleve sahiptir. Bu sebeple çalışmanın ulaştığı temel sonuçlardan biri de hadislerin tercümeleri için yalnızca bir miktar dilbilgisinin yeterli olmadığı yönündedir. Aksine hadisleri tercüme edecek kimselerin hadislerin söylenme sebepleri, diğer hadislerle ilişkisi, hadisin temel ilkeler doğrultusunda anlaşılması gibi alana ait pek çok yeterliliğinin bulunması zorunludur. Bu alan bilgisinin ötesinde dildeki garip kelimeler, zamanla ortaya çıkan anlam daralmaları, genişleme-leri ve kaymaları, atasözleri, deyimsel ifadeler gibi özel çalışma gerektiren alanlara da hakim olması beklenmelidir. Aksi takdirde gerçekle bağdaşmayan yanlı ve yanlış bir peygamber tasavvurunun önüne geçmek imkansız hale gelecektir.

Keywords