Cumhuriyet İlahiyat Dergisi (Jun 2018)

Tefsir Metodolojisinde Anlam-Yorum Ayrımının Temelleri

  • Muhammed Yüksek

DOI
https://doi.org/10.18505/cuid.407201
Journal volume & issue
Vol. 22, no. 1
pp. 113 – 139

Abstract

Read online

Kur’ân’ı re’y ile tefsir etmekten sakındıran hadisler ve haberler varken hakkında rivayet olmayan âyetlerin nasıl anlaşılacağı meselesi tefsir ilminin mahiyeti ile ilgilidir. Tefsiri katʽî alana hasredip zannî bilgi ile yapılacak murâd tespitlerinin geçersiz olduğunu ifade eden bu rivayetler, Kur’ân’ın her devir ve toplumda anlaşılma gerekliliğinin nasıl gerçekleşeceği sorusunu beraberinde getirir. İlk dönemlerden itibaren tefsir ilmi çerçevesinde sorgulanan bu husus, esasında naklin yanında yorumun imkânı ve yorumcuya ait olduğu düşünülen alanın tanımlanmasına dairdir. Bu bağlamda klasik tefsir literatüründe tefsir-tevil kelimelerinin kavramsallaştırılması ile yapılan tasniflerin -her ne kadar farklı bakış açılarına sahip olsalar da- tefsire konu olan verileri aidiyetleri, epistemolojik değerleri ve bağlayıcılıkları açısından ele aldıkları görülmektedir. Bu çalışma öncelikle tefsir-tevil ayrımına gitmeyen müelliflerin tefsire konu olan verileri farklı bir bağlamda kategorize edip etmediklerini sorgulayacak, daha sonra tefsir-tevil ayrımında rivayet-dirayet eksenli ve epistemolojik temelli yaklaşımları analiz edecektir. Çalışmada, tefsirde metodoloji arayışları çerçevesinde anlam-yorum alanları belirlenirken klasik literatürde yapılan bu ayrımların telfik edilerek değerlendirilmesi teklif edilecektir. Özet: Kur’ân’ın ilk müfessiri olan Hz. Peygamber, insanların Kur’ân hakkında kendi re’yleri ile konuşmasını yasaklamıştır. Ashabın önde gelenleri de manası kapalı olan (garîb) bazı kelimeleri tefsir etmekten sakınmışlardır. Bu hususta Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer’den aktarılan sözler oldukça meşhurdur. Ne var ki, Kur’ân kıyamete dek her çağda ve coğrafyada anlaşılması için indirilmiş evrensel bir kitaptır. Gerek bütün âyetlerin Hz. Peygamber tarafından tefsir edilmemesi, gerekse Kur’ân lafızlarında gözlenen çokanlamlılık ve anlam genişlemeleri, Ku’ân’ın yorumlanmasını gerekli kılmıştır. Hz. Peygamber’in insanları Kur’ân hakkında kendi re’yleri ile konuşmaktan yasaklaması ile Kur’ân’ın her devirde anlaşılma gerekliliği, izah edilmesi gereken bir ikilem oluşturmaktadır. Bu hususun çözüme kavuşturulması hem tefsirde yorumun meşruiyetini belirleyecek, hem de Hz. Peygamber’in tefsirinin diğer insanlar tarafından yapılan yorumlardan ayrıcalığını ortaya koyacaktır. Bu çerçevede klasik tefsir literatüründe Taberî’den (ö. 310/923) itibaren Hz. Peygamber’in ve nüzul dönemine şahit olmuş ashabın tefsirleri ile müfessirler tarafından yapılan yorumlar, bağlayıcılıkları ve bilgi değerleri açısından bir ayrıma tabi tutulmuştur. Böylece müfessirler, daha tefsire başlamadan önce Kur’ân’ı, Hz. Peygamber’in tefsiri ve merfû haber hükmündeki ashabdan gelen rivayetler dışında yorumlamanın imkânını sorgulamışlardır.Klasik tefsir literatüründe Hz. Peygamber’in tefsiri ile müfessirin yorumu arasında yapılan ayrımların, genellikle kendilerine terimsel anlam kazandırılan tefsir ve tevil kelimeleri üzerinden kurgulandığı görülmektedir. Bu hususta Mâtürîdî’nin (ö. 333/944) metodolojisi oldukça özgün ve nettir. Mâtürîdî’ye göre tefsir kat‘î bir alandır. Sadece Hz. Peygamber’in tefsiri ile ashabdan gelen merfû haber hükmündeki rivayetler bu alana aittir. Tevil ise zannî bir alanı teşkil etmektedir. Muhtemel manalar arasından yapılacak tercihler, zan ifade etmektedir ve teville ilişkilidir. Mâtürîdî’nin Hz. Peygamber ve ashabın açıklamalarını tefsir sahasına ait kılması ve kesin bilgi ifade ettiğini belirtmesi, bu verileri mütekellimin beyanı mesabesinde değerlendirdiğini göstermektedir. Tevil sahasında yer alan veriler bağlayıcılıkları ve bilgi değerleri açısından tefsir sahasında yer alan bilgiler gibi değillerdir. Tevil sahasında yapılan yorumların zan ifade etmesi, aynı zamanda bu verilerin murâd-ı ilâhîye isnad edilemeyeceğini göstermektedir. Hz. Peygamber’in insanları kendi görüşlerini beyan etmekten yasakladığı alan, Mâtürîdî’nin metodolojisindeki tefsir alanıdır. Bu alanın kat‘î olması, tefsir verilerinin murâd-ı ilâhî ile ilişkili olduğunun bir göstergesidir. Kat‘î alanda zan ile görüş beyan etmek ise doğru değildir. Tefsir sahasında yapılan yorumun hakikate uygun olması bile, kat‘î alanda zannî bilgi ile tespitlerde bulunan yorumcuyu mesuliyetten kurtaramamaktadır.Kuşeyrî (ö. 465/1072) gibi bazı âlimler de tefsir-tevil kavramları üzerinden rivayet-dirayet alanlarını tasnif etmektedirler. Bu tasnif tefsire konu olan verileri aidiyetleri açısından ele almaktadır. Nitekim tefsir ilmi, hem bilinmesi nakle bağlı olan verileri, hem de bir metodoloji takip edilerek ulaşılabilecek nakil dışı unsurları içermektedir. Tefsir-tevil ayrımını rivayet-dirayet verileri üzerinden yapanlar tarafından tevil sahasına ait kılınan nakil dışı unsurlar dilbilimsel çabalarla ulaşılan manalardır. Dil ise kendisinde ihtimaller barındıran bir unsurdur. Lafızlardaki mana kapalılığı, çokanlamlılık, mecaz, kinâye gibi hususlar göz önünde bulundurulduğunda dilbilimsel metotlarla ulaşılan manaların zan ifade ettiği düşünülebilir. Tefsir sahasını, Mâtürîdî’nin metodolojisinde Hz. Peygamber’in açıklamaları ile bizzat âyetlerin inişine şahitlik etmiş ashabdan gelen rivayetler; tefsir-tevil ayrımını rivayet-dirayet olguları üzerinden yapanların tasniflerinde ise genel olarak rivayetler teşkil etmektedir. Mesele murâd-ı ilâhî ve beyan-ı mütekellim çerçevesinde ele alındığında, Mâtürîdî’nin tasnifinin daha dakik olduğu görülmektedir. Ancak bu yaklaşımın bahsedilen verilerin rivayete dönüştükten sonraki durumlarına ve bağlayıcılıklarına tatmin edici bir cevap vermediği anlaşılmaktadır. Rivayet-dirayet olguları üzerinden yapılan tasniflerde de tefsir sahasında yer alan nakiller, sıhhat dereceleri ve delaletleri analiz edilmeden bir bütün olarak ele alınmaktadır. Halbuki bu rivayetlerin bir kısmı sahih değildir ve bu bakımdan tefsire konu olmaları problemlidir. Bunun yanında bazen bir âyetin tefsiri ile ilgili ashabdan, birbirinden farklı rivayetler gelebilmektedir. Bu rivayetlerin de murâd-ı ilâhîye isnad edilen bir alanda değerlendirilmesi problem doğurabilmektedir.Gerek Mâtürîdî’nin gerekse tefsir-tevil ayrımını rivayet-dirayet olguları üzerinden yapanların tevil sahasına ait kıldıkları dilbilimsel verilerin -rivayetlerde olduğu üzere- homojen bir yapı arz etmediği görülmektedir. Nitekim bu veriler arasında manasını tespit etmenin çok güç olduğu unsurların yanında tek anlama muhtemel muhkem ifadeler de vardır. Tek anlama gelen, ayrıca manasının geçerliliğine başka delillerin de işaret ettiği bu ifadelerin tevil sahasında yer alması ise tartışmalıdır.Tefsirde anlam-yorum alanlarının ayrılması, tefsir metodolojisi açısından oldukça önemlidir. Bu alan belirlemesi, bir bakıma tefsir ilminin mahiyet tanımlamasıdır. Böylece, Hz. Peygamber’den gelen tefsir rivayetleri ile akla mecalin olmadığı konularda ashabdan aktarılan nakillerin bağlayıcılıkları netleştirilmekte; ayrıca rivayetin ötesinde müfessirin yapacağı yorumların geçerlilikleri ve bilgi değerleri tespit edilmektedir. Klasik tefsir literatüründe yapılan tefsir-tevil ayrımları bu açıdan bize zengin bir içerik sunmakta ve çok yönlü bir bakış açısı kazandırmaktadır. Ancak bu ayrımlar tek tek ele alındığında kapsam ve uygulanabilirlik açsından bir takım problemler ihtiva etmektedir. Çalışmamız, tefsirde metodoloji arayışları çerçevesinde anlam-yorum alanları belirlenirken klasik literatürde yapılan tefsir-tevil ayrımlarının birlikte değerlendirilmesini teklif etmektedir. Böylece yapılan tasniflerin eksik yönleri giderilecek, çok daha kapsamlı ve işlevsel bir kuruluma gidilecektir. Bu noktada Taberî gibi tefsir ile tevili aynı anlamda kullandığı her fırsatta dile getirilen isimlerin metodolojilerinin de ayrıca değerlendirilmesi gerekmektedir. Zira eserleri analiz edildiğinde, bu isimlerin de tefsirde anlam-yorum alanlarını ayırdıkları, ancak bunu tefsir-tevil kavramları üzerinden yapmadıkları görülmektedir.

Keywords