Fırat Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi (Jun 2023)

DİB Mushafında Kullanılan لا Alametinin Karakteristik Özellikleri ve Bu Alametin Gerekliliği Hususu: Bakara Sûresi Örneği

  • Muhammed Pilgir

Journal volume & issue
Vol. 28, no. 1
pp. 175 – 194

Abstract

Read online

Vakf-ibtidâ literatürü, vakf-ibtidâ hatalarının Kur’ân’ın manasında sebep olacağı yanlış ve tahrifatın engellenmesini hedeflemektedir. Nitekim Kur’ân tilâvetinde önemli bir yere sahip olan vakf konusunda selef âlimleri de titiz davranmışlar ve vakf-ibtidânın yapılabileceği yerler öğrenilmeden kıraat icâzeti vermeyi uygun görmemişlerdir. Buna dayanarak Kur’ân tilâvetinde vakf-ibtidâ uygulamasının, sahabe döneminde başlayan anlam merkezli bir uygulama olduğu söylenebilir. Kur’ân tilâvetinde dikkatsizlik veya bilgisizlik kaynaklı vakf hataları gerçekleşebilmektedir. Bu nedenle Kur’ân okuyucusu tarafından vakf yapılacak ibarelerin doğru seçilmesi önem arz etmektedir. Bunun için iyi derecede Arapça bilgisinin ve İslâmî ilimlere vukufiyetin gerekliliği yanında, vakf-ibtidâ için uygun noktalar hakkında meleke kesbetmek hususları öne çıkmaktadır. Bu nedenledir ki bahsedilen özelliklerin Kur’ân okuyanların çok küçük bir kısmında karşılık bulduğu realitesiyle vakf-ibtidâ edebiyatı, özellikle ilimden yeterince behresi olmayanlara yönelik olarak ortaya çıkmıştır. Ulemanın nahiv konusunda sahip olduğu perspektifler; vakf noktalarında ve bu vakfların mahiyeti hakkında verdikleri hükümlere de etki etmektedir. Bunun bir yansıması olarak mezkûr edebiyatta kayda değer farklı görüş ve uygulamalar meydana gelmektedir. Bu konuda ihtilaflı görüşlerin mevcut olduğu meselelerden biri de “لا” alameti ve bu alametin mahiyetine dair problematiktir. Nitekim İslâm dünyasının hemen her yerinde tercih edilen Medine mushafında söz konusu alamete yer verilmezken; DİB mushafında bu alametin neredeyse her sayfada tercih edilmesi dikkati calip bir durumdur. Bu durum, DİB mushafında “لا” alametinin mahiyetinin ve karakteristik özelliklerinin ortaya konması lüzumunu doğurmuştur. Bu bağlamda konuyla alakalı sorunun resmedilmesi ve Secâvendî’nin ilgili alamete yüklediği anlamın belirlenmesi, çalışmanın temel amaçlarındandır. Çalışmanın bir diğer amacı ise DİB mushafında tayin edilen mevzubahis alametin hangi karakteristik özelliklere sahip olduğunun belirlenmesidir. Bu çalışma, nahiv ve vakf-ibtidâ disiplinlerine ait eserlerdeki bilgilerden istifade ile Secâvendî’nin eserleri temelinde yapılmıştır. Şöyle ki Secâvendî’nin vakf yapılmasını isabetli görmediği durumlar ve bunlara dair örnekler, nahiv ve vakf-ibtidâ eserlerindeki bilgilerin karşılaştırılması yoluyla incelenmiştir. Çalışmada, mevzubahis vakf alametinin mahiyeti ve bu alametin DİB mushafındaki karakteristik özellikleri Bakara sûresi çerçevesinde tespit edilmeye çalışılmıştır. Secâvendî, konuya ilişkin tayin ettiği kaideleri baştan sona bütün surelere tatbik etmiş; fakat bu alameti, belirlediği kurallara uymayan bütün olumsuz durumlara teşmil etmemiştir. Bu durum, usul hatası olmaktan öte bir tür ihtisardır. Ayrıca Secâvendî’nin konuya ilişkin değindiği hususların, İbnü’l-Enbârî tarafından daha detaylı bir şekilde ele alındığı tespit edilmiştir. Ne var ki İbnü’l-Enbârî, bu konuyla alakalı olarak ele aldığı maddelerin birçoğunda mananın tamamlanmadığını ve kelamın nakıs olduğunu zikretmiştir. Bununla beraber verdiği örneklerin çok az bir kısmında ise onların vakf-ı kabîh olduğunu zikretmiştir. Ancak bu örneklerin tamamına yakınının, Secâvendî’nin uygun görmediği vakf noktalarıyla mutabık olmadığı görülmüştür. Secâvendî’nin vakf sisteminde ise “لا” alameti, vakf-ı kabîhe mutabık olarak kullanılmakla birlikte onun tamamen vakf-ı kabîhle bağdaşan bir ıstılah olduğunu söylemek mümkün değildir. Zira Secâvendînin “لا” alametini tayin ettiği noktaların; bazen vakf-ı kabîhin bazen de vakf-ı hasenin şümulünde olduğu saptanmıştır. Günümüz araştırmacıları ise “لا” alametinin DİB mushafında ekseri gereksiz yere kullanıldığını öne sürmektedir. Zira bu kanaate ilham olan İbnü’l-Cezerî’, Secâvendî’nin mezkûr alameti kullandığı yerlerde çoğunlukla vakf-ı hasenin gerçekleştiği fikrini savunmaktadır. Yine günümüz araştırmacılarından bazıları bu alametin, vakf-ı murahhasın bir devamı niteliğinde olduğundan da bahsetmektedirler. Bu noktada Secâvendî’nin her iki vakf türü için yapmış olduğu tanımlar arasındaki benzerlikler onları bu fikre sevk etmiştir. İbnü’l-Cezerî’ye ait bu kanaatin doğruluğunun teyit edilebilmesi için Secâvendî’nin tayin ettiği لا alametine dair çok sayıda örneğin incelenmesi icap edebilir. Lakin bu usul, çalışmanın sınırlarını aşan bir durumdur. Secâvendî’nin belirlediği kaideler göz önüne alındığında onun vakf için uygun görmediği yerlerin bir kısmının, mananın tamamlanmadığı noktalardan oluştuğu anlaşılmaktadır. Bu da vakf-ı kabîhin bir çeşidi olarak vakf-ibtidâ literatüründe kendine yer bulmaktadır. Bir diğer husus ise Secâvendî’nin vakf için sıhhatli bulmadığı yerlerin sonrasından ibtidâ yapılmasını da doğru bulmamasıdır.

Keywords