Fırat Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi (Dec 2023)

Belâ ve Musibetlerde İnsanın Rolü ve Tavrı (Âyet ve Hadisler Çerçevesinde)

  • Mesut Şen,
  • Nizamettin Çelik

DOI
https://doi.org/10.58568/firatilahiyat.1337176
Journal volume & issue
Vol. 28, no. 2
pp. 119 – 135

Abstract

Read online

Yüce Allah, kâinatın belli bir düzen içerisinde yaratıldığını beyan ederek, “Düzene sokulduktan sonra, yeryüzünde bozgunculuk yapmayın.” ifadesiyle bu nizamı bozmamaları hususunda insanlığa uyarıda bulunmuştur. 21. Yüzyılda karşılaştığımız salgın hastalık, deprem, sel ve heyelan gibi doğal afetler, bir defa daha insanların icraatlarına dikkat çekmeyi gerekli kılmaktadır. Tabiat ve fıtrata sorumsuzca müdahale eden insanoğlu kâinattaki dengeleri bozmakta, bozulan bu dengeler ise zaman içerisinde felaket olarak insanlığa geri dönebilmektedir. Yüce Allah birçok âyette bu musibetlerin, insanların kendi yaptıklarının sonucunda olduğuna; “bimâ kesebû, “bimâ kesebet eydinnâs”, “febimâ kesebet eydiküm”, “bimâ kaddemet eydîhim”,“bimâ zalemû” ifadeleriyle vurgu yapmaktadır. Bu ifadelerden anlaşılan musibetlerin önemli bir kısmının insanoğlunun hata, ihmal ve haksız müdahaleleri sebebiyle olduğudur.Bela ve musibetler insanlardan bir kısmı için ceza/karşılık anlamına gelirken aynı olay diğer insanlar için bir imtihan ya da bir ders niteliği taşıyabilmektedir. Bu bağlamda Kur’an’da, Nuh tufanı gibi geçmişte yaşanmış birçok bela ve musibetin tüm insanlık için ibret vesikası kılındığı şöylece beyan edilmiştir: “Nuh kavmine gelince, peygamberlerini yalanlamaları yüzünden onları, suda boğduk ve insanlar için kendilerini bir ibret yaptık. Zalimler için acıklı bir azap hazırladık.” Görüldüğü üzere ayette bir yandan azabın sebebinin insanların peygamberlerini yalanlamaları olduğu ifade edilirken diğer yandan bu olayın tüm insanlık için ders alınması gereken bir ibret tablosu olduğu vurgulanmıştır. Ancak bu hâdiselerden ve uyarılardan ibret almayıp kendi nefislerinin istekleri doğrultusunda ısrar edenlerin de, azabı hak ettikleri bir sonraki ayette şu şekilde haber verilmiştir: “Âd kavmini, Semûd kavmini, (Şuayb’ın) Ress Ashabını ve bunların arasında geçen birçok ümmetleri de helâk ettik. Bunlardan her birine (kendilerinden öncekilerin helâkine dair) nasihat olarak nice misaller anlattık. Fakat (iman etmediklerinden) hepsini tamamen helâk ettik.”Bununla beraber, başımıza gelen salgın hastalık, bela ve sıkıntılara karşı tavrımızla ilgili, Hz Peygamber (sav)’in sözleri de bizlere yol göstermektedir. O (sav), toptan helâk yerine kendi ümmetinin tâun/veba ile ve ta‘n ile yani Allah yolunda savaşarak yaralanma ile ölümünü dilemiş, tâun’un Allah’ın bazı kimseleri cezalandırdığı bir çeşit azap olduğunu ancak müminler için bir rahmet olduğunu söylemiştir. Yine, Müminin durumunun çok hoş olduğunu, Allah’ın takdir ettiği şeyin, mutlaka onun hayrına olduğunu, batan bir diken olsa bile mü’minin başına gelen her bir musibetin, günahlarına kefaret olduğunu ifade etmiştir. Hz. Peygamber (sav), bu hadisleriyle başa gelen musibetlerin mü’minler için her zaman olumsuz olmadığına dikkat çekmiştir. Zikrettiğimiz ayetler doğrultusunda belaların birçoğu insanoğlunun yaptıklarının bir sonucu olsa da meydana gelen her musibet için ilahi ceza denmesi de söz konusu değildir. Zira sıkıntıların en büyüğünü peygamberler çekmiştir. Bu konu tek bir bakış açısıyla ele alınamayacak kadar geniştir. Konunun bireysel, toplumsal, beşeri, ilahi ve imtihan boyutları bir bütün olarak değerlendirilmelidir. Dolayısıyla çok yönlü değerlendirilmesi gereken böylesine hassas bir konunun “bela eşittir ilahi ceza” şeklinde sadece bir bölümünün ön plana çıkarılması konuyu hedefinden saptırmak olacaktır. Bu çalışmada naslar çerçevesinde, bela ve musibetlerin bireysel, toplumsal ve ilahi boyutları, bu musibetlerin maddi sebepleri yanında manevi sebeplerinin de olabileceği; her bir musibetin insanların hataları sebebiyle olmadığı ancak bazılarında insanların yaptıklarının da etkili olduğu hususları incelenecektir. Ayrıca bela ve musibetlerin iman, imtihan, ümit, tedbir, tevekkül, sabır, dua ve takdir-i ilahi gibi ana unsurlar çerçevesinde çok yönlü değerlendirilmesi gerektiğine dikkat çekilecektir. Bununla beraber istiğfar, zikir ve namaz gibi vesilelerle kurulan ilâhî iletişimin, mutluluğa doğrudan etki ettiği de ortaya koyulacaktır. Çalışmanın içerisinde bir kısmına işaret edileceği üzere bela/musibetler, sebepleri ve sonuçlarına dair konunun farklı boyutlarının ele alındığı geniş çalışmalar yapılmıştır. Ancak bu çalışmada teferruata girmeden konunun tüm yönlerinin ayet ve hadisler çerçevesinde bir bütün olarak ana hatlarıyla ele alınması hedeflenmiştir. Bu bağlamda konu iki bölüm olarak planlanmış olup birinci bölümde sebepleri açısından bela ve musibetlerde insanın rolü irdelenecek, ikinci bölümde de meydana gelen bu olaylardan sonra insanın/mü’minin tavrının nasıl olması gerektiği ortaya koyulmaya çalışılacaktır.