Eskiyeni (Sep 2021)
Feyzullah Sâcid’in Manzum Mesnevî Tercümesi
Abstract
İslam medeniyetinin temel eserlerinden olan Mesnevî, yazıldığı günden itibaren büyük ilgi görmüş; Arapça, Hintçe, Sanskritçe, Urduca gibi Doğu lisanları yanında Almanca, Felemenkçe, Fransızca, İngilizce, İspanyolca, İtalyanca gibi Batı dillerine de aktarılmıştır. Edebiyatımızda pek çok şerhi ve tercümesi bulunan eseri, dilimize kazandıranlardan birisi de Türk Ocağı kurucularından Feyżullah Sâcid’dir (1892-1978). Mesnevî’nin birinci defterini 4118 beyit hâlinde hece ölçüsüyle tercüme eden Sâcid, bunun ilk otuz dört beytini 1928’de Osmanlıca olarak neşretmiş; tamamını daha sonra yeni harflerle yayımlamıştır. Çalışmanın konusu olan otuz dört beyitlik kısım, vezin, kafiye ve durak yönünden başarılı bir grafik çizmektedir. Gayet sade ve anlaşılır bir üsluba sahiptir. Söyleyiş bakımından güçlü beyitleri içerdiği gibi vasatı aşamayan dizeleri de muhtevidir. Birebir çeviri metodunu benimseyen mütercim, kaynak metnin kelimelerine Türkçe uygun karşılıklar bularak veya tedavüldeki kelimeleri kullanarak çeviri yapmıştır. Tercümenin sadeliğine zarar vermeyecek ölçüde kaynak metnin kelimelerinden de istifade etmiştir. Bazı mısralarda kelime kelime mana aktarımı yaparken bazı mısralarda kaynak metinde karşılığı olmayan kavramlar veya deyimler kullanmıştır. Bu tavır, her zaman isabetli olmamış, bazen tercümeye zenginlik katarken yer yer kaynak metnin muradının anlaşılmamasına veya yanlış anlaşılmasına sebebiyet vermiştir.Tercüme, mezkûr hususlar dışında Mesnevî’nin muhtevasına uygun bir mahiyet arz etmektedir. Varlığın zuhurunun işlendiği kısımda (1-18) ‘ney’in sazlıktan kopması gibi insanın da elest bezminden ayrıldığı ve tekrar vatanına kavuşmak için ney gibi sürekli inlediği’ dile getirilmektedir. ‘Bu derde mübtela olan insan, iştiyak derdini anlatabilmek için hasretle doğranmış yürek aramaktadır. Ne var ki, herkes ona yâr olduğunu sanmakla birlikte kimse ondaki sırrı aramamaktadır. Sırrı feryadından uzak değildir fakat her kulak ve gözde onu anlayacak nur yoktur’. ‘Ney sesinin yel değil ateş olduğunu’ söyleyen Sâcid, ‘ney’in vasıflarını’ sıraladıktan sonra ‘günlerin gam içinde vakitsiz solduğunu ve balıktan gayrısının suya kandığını’ dile getirir. Sözü uzatmanın anlamsız olduğunu düşünen mütercim bu kısmı şöyle tamamlar: Pişkiniñ ḥālini añlar mı hīç ḫām / Söz ḳıṣa gerekdir imdi vesselam.Dünyayı terk etmenin lüzumundan bahseden kısma, Ḳurtul zencīrleri ḳırup ey oġul (19) diyerek başlayan mütercim, ‘bir kaba dökülen denizin bir günde tükeneceğini, hırslı olanın gözlerinin doymayacağını’ söylemektedir. Ona göre; bu derdin devası aşktır. Çünkü ‘aşk ile urbası yırtılanın ayıbı ve hırsı kalmaz. Onunla toprak ten göğe yükselmiş, dağ raksa başlayarak seyrana gelmiştir’. ‘Aşk ile yanmayan âşık kanatsız kuşa benzer’. ‘Yârin cemâli olmadan önün ve sonun idrak edilemeceğini’ belirten Sâcid’e göre; ‘aynada akislerin gizlenememesi gibi aşkın sırları da saklı tutulamaz. Şayet can aynası aksettirmiyorsa yüzün iyice paslanmış olmasındandır’.
Keywords