Cumhuriyet İlahiyat Dergisi (Dec 2021)

Zarûretin Bazı Haramları İbâhasının Keyfiyeti ve Nihâî Sebepleri

  • Ayşegül Yılmaz

DOI
https://doi.org/10.18505/cuid.971855
Journal volume & issue
Vol. 25, no. 3
pp. 1421 – 1441

Abstract

Read online

İslâm hukukunun en önemli meselelerinden biri, şer‘î hükmün kısmen veya tamamen, geçici veya kalıcı olarak herkes veya bazıları için değiştirilmesidir. Zarûret hâli de haramlık gibi önemli bir hükmün değişimine sebep olduğu için hem teorik hem pratik bakımdan titizlikle incelenmesi gereken bir durumdur. Bu çalışmanın amacı, zarûretlerin bazı haramları nasıl ve niçin mübah kıldığını usûl-i fıkıh cihetinden tahlil etmek, bu ibâhanın nihâî sebebini ortaya koymaktır. Bu amacı gerçekleştirmek üzere, öncelikle haramlık hükmü ile fiil arasındaki ilişkinin mâhiyeti ele alınmıştır. Zarûretin bazı haramları nasıl ve niçin mübah kıldığını anlayabilmek için, zarûret hâlinde değişen ve değişmeyen unsurların tespit edilmesi gerekir. Zarûret hâlinde fiilin mâhiyetinde ve haramlık sebebi/illeti olarak nitelendirilen mefsedette bir değişiklik görülmezken fiili çevreleyen şartlarda ve mükellefin hâlinde bir değişim söz konusudur. Fakat haramlık hükmünün değişimini sağlayan asıl faktör, zikredilen değişiklikleri dikkate alan Şâri‘in hitâbının (o mefsedete itibarının) değişmesidir. Zarûret hâlinin sebep olduğu bu değişimlerin, mübah kılınan bütün haramlarda aynı neticeyi doğurmadığı görülmektedir. Bu gözlem, usûl alimlerinin haramlığın düşmesi ve mübaha dönüşme ifâdeleriyle ne kastettiğini ortaya koymayı gerektirir. Bu inceleme sonunda, zarûreten izin verilmiş olan haramların mübaha dönüşmede birbirlerine eşit olmadığı, mübah dâiresindeki diğer fiillerle de ibâha bakımından eşit olmadığı anlaşılmıştır. O hâlde, zarûret hâlinde mükellefe yapma izni verilen haram fiilleri, ibâha sahasındaki ma‘fuvv anh fiiller gibi değerlendirmek; mübah sahasında olmakla birlikte, mekruh sınırına yakın kısımda konumlandırmak daha doğru olacaktır. Kul açısından bakıldığında, zarûretin haram fiili mübah kılmasının sebebi, daha büyük mefsedetten kaçınmanın önceliğidir. Ancak Allah Teâlâ’nın, ihlaslı kulları ortaya çıkarmak için, zarûret durumunda da kuldan, hayatı pahasına bütün haramlardan kaçınmasını istemesi hikmetiyle çelişmez. Buna rağmen Allah Teâlâ’nın kulun zarûret hâline itibar etmesinin nihâî sebebi, sonsuz rahmetidir. Bütün bu tespitler, zarûret hâline özel ve usûl-i fıkıh genelinde bazı sonuçlara ulaştırmıştır. Zarûretin bazı haramları ibâhasını anlamak için; fiil, mükellef, bunları çevreleyen şartlar ve Şâri‘ ilişkisini doğru anlamak gerektiği ortaya çıkmıştır. Bu ilişkiyi doğru anlamak, hüküm teorisi ve usûl-i fıkhı kavramak için de son derece önemlidir. Bu araştırma bir kez daha göstermiştir ki usûl-i fıkıh ve fıkhın ele aldığı meselelerin, görünenden ve zannedilenden çok daha fazla ve sıkı biçimde itikâdî kabullerle bağı bulunmaktadır. Yine, hüküm kategorilerinin her birini anlamak kadar, haram-helâl, mahzûr-haram, mübah-helâl, aslî mübah-ma‘fuvv anh vb. terimler arasındaki derin yahut ince farkları anlamanın da önemli olduğu ortaya çıkmıştır. Bütün bunları kavramak, hüküm teorisini ve tahrîm/tahlil mantığını idrâk etmede, dinin hakikatini ve makâsıdü’ş-şerîayı anlamada önemli bir basamak teşkil etmektedir. Çalışmada, her bir hüküm kategorisinin kendi içinde de farklı dereceler bulunduğu, bir kez daha ispatlanmıştır. Fiillerin aynı hüküm dâiresi içinde bile birbirlerinden farklı değer taşımalarının sebebi, fiilin doğuracağı dünyevî ve uhrevî mefsedet veya maslahattır. Böylece teşrî‘in merkezinde mükellefin bulunduğu te’yid edilmiştir. Bu durum, hikmet sahibi olan Allah Teâlâ’nın hükümlerinin, fiil-mükellef-çevre faktörlerinden tamamen bağımsız ve bunlara itibâr etmeyen bir ilâhî meşîetten doğduğunu savunmanın zorluğunu ortaya koymaktadır. Aksine hem zarûret hükümlerinde hem de teklîfin (ve hatta tekvînin) tamamında kulun maslahatının gözetildiği anlaşılmaktadır. Diğer yandan zarûretlerin bazı haramları ibâhası, katı ve donuk olmayan, aksine dinamik ve hayata paralel seyreden bir hukuk sistemine de işâret etmektedir. Hükmün hakiki ve mutlak kaynağının Şâri‘ oluşu, hüküm sahasında müctehide çok geniş bir hareket alanı bırakılmış olması ile birlikte değerlendirilmelidir. Bu durum, zarûretlerin haramları ibâhası konusunda bir kez daha görülmüş, hangi mefsedetin daha büyük olduğunu tespit etmek, çoğu zaman müctehide bırakılmıştır.

Keywords