Cumhuriyet İlahiyat Dergisi (Jun 2020)

Yahya eṣ-Ṣarṣarî ve Şiirlerindeki Hz. Peygamber İmgesi

  • İbrahim Fi̇dan

DOI
https://doi.org/10.18505/cuid.703899
Journal volume & issue
Vol. 24, no. 1
pp. 267 – 295

Abstract

Read online

Peygamber’i (s.a.s.) anlatan ilk şiirler o hayattayken ortaya çıkmıştır. Medih, itizâr, fahr ve mersiye gibi konularda söylenmiş bu örnekler büyük ölçüde İslam öncesi kaside formunun özelliklerini taşır. Sonraki asırlarda meydana gelen gelişmelere bağlı olarak Hz. Peygamber’i konu alan şiirlerin sayısı zamanla artmış ve el-Medâiḥu’n-Nebeviyye (Peygamber Methiyeleri) adıyla ifade edilecek olan müstakil bir tür oluşmuştur. Özellikle tasavvufî düşüncenin edebiyat çevrelerine nüfuz etmesi ve devlet eliyle Hz. Peygamber’in doğum yıldönümünün kutlandığı Rabîulevvel ayının on ikinci günü münasebetiyle mevlid şiirleri söyleme geleneğinin başlaması bu alandaki edebî zenginliğe büyük etki etmiştir. Peygamber methiyelerinin dönüm noktası 7./13. asırdır. Bu dönemde iki önemli nebevî medih şairi yetişmiştir. Bunlardan biri Mısırlı şair Bûṣîrî (öl. 695/1296), diğeri ise nebevî medih alanında Bağdat’ın yetkin siması Yahya eṣ-Ṣarṣarî’dir. Ṣarṣarî’nin (öl. 656/1258) bu konuda söylediği edebî değeri yüksek şiirleri vefatından sonra ilim, edebiyat ve tasavvuf çevrelerinde okunup ezberlenmekteydi. Alandaki yetkinliği sebebiyle Şâ‛iru Rasûlillâh (Peygamber şairi) ve Hassânu Vaḳtihî (dönemin Hassân b. Sâbit’i) olarak anılmıştır. Ne var ki şiirlerinin zamanla edebiyat çevrelerinde önemini yitirdiği ve modern dönemde de hak ettiği ölçüde çalışılmadığı anlaşılmaktadır. Bu yazıda onun hayatı ve eserleri tanıtılarak şiirlerinde öne çıkan dil ve üslup özellikleri ana hatlarıyla değerlendirilecektir. Ayrıca şiirlerindeki Hz. Peygamber imgesi dönemin siyasi belirsizlikleri ile irtibatları çerçevesinde tespit edilmeye çalışılacaktır.Özet: Asr-ı saadette doğan ve günümüze kadar gelen nebevî medih alanında Mecduddîn el-Vitrî (öl. 662/1264), İbnu’l-Muraḥḥal (öl. 699/1300) ve Ṣafiyyuddîn el-Ḥillî (öl. 749/1348) gibi parlak isimlerin de yetiştiği 7./13. asırda özellikle iki isim öne çıkmaktadır. Bunlardan biri, başta Ḳaṣîdetu’l-Burde’si olmak üzere pek çok şiiri ile nebevî medih sahasına damgasını vuran Mısırlı şair Bûṣîrî (öl. 695/1296), diğeri ise bu alanda söylediği çok sayıdaki nitelikli şiiri sebebiyle Şâ‛iru Rasûlillâh (Peygamber Şairi) ve Ḥassânu Vaḳtihî (çağının Ḥassân b. Sâbit’i) olarak tanımlanan Iraklı şair Yahya eṣ-Ṣarṣarî’dir (öl. 656/1258).Bağdat yakınlarındaki Ṣarṣar köyünde doğan Ṣarṣarî’nin hayatının büyük bir bölümü Bağdat’ın siyasî istikrarsızlığının ve buna paralel gerçekleşen sosyal çöküşün gölgesinde geçmiştir. Nitekim vefatı da Bağdat’ı istila eden Moğol güçlerinin eliyle, 656/1258 yılında olmuştur. Ṣarṣarî, fıkıh, hadis, dil ve kıraat ilimlerinde söz sahibi idi. Fıkıhta Hanbelî mezhebinin görüşlerini benimseyen şair, tasavvuf yoluna süluk ederek Kâdiriyye tarikatının kurucusu Abdülkādir-i Geylânî’nin (öl. 561/1165-66) öğrencisi Ali b. İdrîs el-Yakubî’den hırka giymiştir. O, Hz. Peygamber’in sünnetine son derece bağlı ve Kur’an tilavetine düşkündü. İffetli, sabırlı ve kanaatkâr bir kişiliğe sahipti. Tamamı manzum olan eserlerini nebevî medih ve fıkıh alanına tahsis etmiştir.Neredeyse tamamına yakını Hz. Peygamber’in övgüsüne dair olan şiirlerinin edebî değeri yüksek seviyede olup ilim, edebiyat ve tasavvuf meclislerinde okunur, ezberlenir ve rivayet edilirdi. O, kaside yapısı bakımından Arap şiirinin geleneksel formlarına bağlıdır. Şiirlerin mukaddimeleri büyük ölçüde kutsal topraklara duyulan özlemin dile getirildiği bölümlerdir. Ana konu genellikle, Hz. Peygamber ve onun üstün özellikleri olup kasîdeler çoğunlukla Hz. Peygamber’e tevessül ve salâtu selâm ile sonlandırılır. Şiirlerinde yalın ve anlaşılır bir dilin hâkim olduğunu söylemek yanlış olmaz. Kelime kadrosu döneminin ve yaşadığı şehirli hayatın özelliklerini yansıtmaktadır. Şiirlerinin esin kaynağı Kur’ân ve özellikle de hadislerdir. O, duygularını aktarırken edebî sanatların imkânlarından olabildiğince yararlanmış fakat Hz. Peygamber’in anlatımı gibi hassas bir konuda doğru bilginin, edebiyatın uçsuz bucaksız hayal dünyasında kaybolmasına müsaade etmemiştir. Şair, bazı kasidelerde bedî sanatlarına dikkat çekecek ölçüde yer vermekle birlikte genellikle bunları şiirin ruhuna zarar vermeyecek biçimde kullanmıştır. Cinâs sanatının yanı sıra, aruz vezni ve kafiye düzeni ile şiirdeki müzikaliteyi sağlayan şair bazen de tekrar yoluyla bunu güçlendirmektedir.Ṣarṣarî’nin yaşadığı dönem ve muhitin istikrarsızlığının şiirlerindeki etkisi açıktır. Ona göre Müslümanların içerisinde bulunduğu kötü durumun asıl sebebi Hz. Peygamber’in yolundan uzaklaşılmasıdır. Eski huzur dolu günlere dönmenin sünnete sarılmakla mümkün olacağını düşünen şair, belki de bu fikrin bir tezahürü olarak kasidelerini Hz. Peygamber’in ve sahâbe neslinin anlatımına tahsis etmiştir. O, şiirlerinde Hz. Peygamber’i isimleri, sıfatları, üstün nitelikleri, fizikî ve ahlakî özellikleri ile anlatır. Vasıflarını şiirlerin süsü olarak nitelediği Hz. Peygamber’i methetmeyi ahirete hazırlık olarak değerlendirir ve manevi derecelere ulaşmak gayesi ile yöneldiği bu işin dönemin akılları başlardan alan musibetlerine karşı da koruyucu bir kalkan olmasını umar.Ṣarṣarî özellikle mevlid münasebetiyle söylediği şiirlerde Hz. Peygamber’in fiziksel özelliklerine temas etmekte, mütebessim çehresini parlak bir dolunaya, kaşlarını nûn harfine, dişlerini inciye benzetmektedir. O, Hz. Peygamber’i kara gözlü, geniş omuzlu, doğuştan sürmeli ve güzel kokan bir şahsiyet olarak betimlemektedir. Hz. Peygamber’in hitabet gücüne de değinen şair cevâmi‛u’l-kelim ve fasl-ı hitâb özellikleri ile onun, hikmetli konuşmaları ile ünlü Lokman’dan daha beliğ konuştuğunu ve hakikatten başka bir söz söylemeyen tatlı dilinin Allah’ın bir lütfu olduğunu belirtir. Ayrıca Peygamber’in, herkes tarafından kolaylıkla anlaşılabilecek kadar yalın sözlerinin mücevherlerden daha değerli olduğunu ifade eder. Ahlaki bakımdan Hz. Peygamber’i hayâ, adalet, iffet ve cesaret gibi temel insanî erdemlerle öven Ṣarṣarî “elbisesi sükûnet ve sebattır”, “örtüsü iyilik ve bağışlayıcılıktır” gibi benzetmelerle onun bütünüyle sabır, sebat, iyilik ve merhamet timsali olduğunu vurgular. Onun imge dünyasında Hz. Peygamber’in yağmur misali ihsanları o kadar çoktur ki bulutlar onunla yarışamaz. Ayrıca o verdiğini de başa kakmaz. Altın ve deve gibi sahip olunan en değerli şeyleri bahşeder. Kavmin saygın şahsiyetleri bile onun kereminden istifade ederler. Öylesine cömerttir ki bulutun yağmuru vermekte cimrilik ettiği kıtlık vakitlerinde bile eli açıktır. Ondan istemeye gidenler onun güler yüzü ile karşılaşırlar. Başkalarına göstermeden yaptığı bağışlar bütünüyle hoşnut edicidir.Ṣarṣarî’nin şiirlerinde ortaya koyduğu nübüvvet imajının merkezinde, nûr-i Muhammedî düşüncesi ve Peygamber’in mucizeleri yer almaktadır. Peygamber’in, karşılaştığı sıkıntılara rağmen yılmadığını ve doğumundan itibaren hayatının çeşitli aşamalarında olağanüstü olaylarla desteklendiğini hatırlatan şair onun, hâlâ yaşamakta olan nuruyla ümmetini desteklediği ve sünnetine sarılmaları durumunda mucize gibi görünen Moğol fitnesinden kurtuluşun onlar için mümkün olacağı inancına sahiptir. Hz. Peygamber’in isimleri arasında, özellikle inkârcılarla mücadelesinde üstünlük elde etmesini çağrıştıran, Ḳattâl (cengâver), Mâḥî (inkârcılığı ortadan kaldıran), Ẓâhir, Ẓâfir, Manṣûr ve Muzaffer (galip) isimlerine yer vermesi, erdemleri arasında da cesaret ve kahramanlığını öne çıkarması dönemin aynı siyasi ve sosyal koşulları ile ilgilidir. Sahâbeden bahseden beyitlerin, Hz. Peygamber’in kahramanlığını anlatan beyitleri takip etmesi; onların, Peygamber’in yardımcıları olduklarının altının çizilmesi ve sahâbenin özellikle mücadeleci ruhunun dile getirilmesi de aynı çerçevede değerlendirilebilir. Bu sayede şair belki de, Moğol saldırılarına maruz kalan Müslümanların maddî ve manevî değerlerini düşmana karşı müdafaa etme konusundaki cesaretlerini artırmayı hedeflemektedir.

Keywords