TSBS Bildiriler Dergisi (Aug 2022)

David Hume Düşüncesinde Duygu-Düşünce İlişkisinin İnsan Doğasında Temellendirilmesi

  • Emrullah Kılıç

DOI
https://doi.org/10.55709/tsbsbildirilerdergisi.2.84
Journal volume & issue
no. 2

Abstract

Read online

Hatırlanacağı üzere Ortaçağ’da felsefenin öznesi Tanrı, 17. yüzyıldan itibaren yerini “doğa”ya bırakmıştır. Gerçekliğin tasvirini sağlayan bu kapsamlı teorik değişim beraberinde bilgi, ahlak, insan ve toplum gibi pek çok alanda metafizik, teolojik ve politik referanslardan bağımsız dünya görüşünün oluşmasına neden olmuştur. Özellikle İskoç Aydınlanması’nın ana ilgisi, insanın doğal tarihi olduğundan Hume, insan doğasına yoğunlaşmış ve düşüncelerini de nesne yerine öznenin kategorisi olarak buradan üretmeye çalışmıştır. Eleştirel tutumuyla felsefe tarihinde önemli bir yere sahip olan, bilimi ve ahlakı duygulara bağlayan felsefe anlayışıyla Hume, söz konusu temellendirmesiyle Aydınlanma düşüncesinin de en önemli temsilcilerinden biri olmuştur. Hume, rasyonalistlerden farklı olarak eylemlerimizin başlatıcı gücü olan insan doğası bilimini tüm bilimlerin merkezine yerleştirmiştir. Hume’a göre eğer titiz bir şekilde insan doğasının ne olduğu araştırılır ve bu araştırmadan doğru sonuçlar elde edilirse, söz konusu sonuçlardan yola çıkarak insanın geçmişte ve şimdi yaptıkları ve hatta ileride yapabileceklerini kestirebilmek mümkün hale gelir. Hume’a göre matematik, doğa felsefesi ve doğal din bile insanın bilimine bağlıdır. Çünkü söz konusu alanların hepsinin yolu insanı tanımaktan geçer. Hume’un insan doğasına ve tarihe ilişkin öne sürmüş olduğu görüşler iki temel varsayıma dayanmaktadır: Birincisi, insanda değişmeyen, tek biçimli bir doğa bulunmaktadır. İkincisi, eğer bir insan doğası bilimi kurulacaksa bu bilimin temelleri ve metodu deneyim ve gözleme dayanmak zorundadır. Bu doğrultuda Hume, felsefesinin amacını da “bu zamana kadar izlenen oyalayıcı ve usandırıcı yöntemleri terk etmek”, “sınırdaki bir kaleyi ya da köyü ele geçirmek yerine doğrudan başkente”, yani “bilimlerin merkezine, bir zamanlar hepsinden üstün olan insan doğasının ta kendisine” yürümek olarak belirler. Hume’a göre önceki felsefelerin yaptığı sonuçsuz tartışmalar yerine, insan doğasının bilimine odaklanılmalı, insanın anlama yetisinin kapsam ve gücünü bütünüyle kavramaya çalışmalıdır. Çünkü “cevabı insanın biliminin kapsamında olmayan hiçbir önemli soru yoktur. Ayrıca bu bilimi bilmeden kesin olarak cevaplayabileceğimiz tek bir soru da bulunmaz.” Hume’un insan bilgisinin nedenselliğini kaynağı ve sınırları bakımından insan doğası ve tecrübeye dayandırması, kendisinden sonraki hakikat/doğruluk iddiasında bulunan felsefi, dinsel ve metafiziksel öğretiyi derinden etkilemiştir. Bu çalışma, İnsan Doğası Üzerine Bir İnceleme (A Treatise of Human Nature) ve İnsanın Anlama Yetisi Üzerine Bir Soruşturma (An Enquiry Concerning Human Understanding) adlı eserlerinden hareketle sosyal bilimlerin birçok alanında düşünce üreten Hume’un duygu-düşünce ve insan doğası anlayışı birbiriyle bağlantılı olarak insan zihninin sınırları çerçevesinde ortaya koymayı amaçlamaktadır.

Keywords