Cumhuriyet İlahiyat Dergisi (Dec 2023)

Bir Nübüvvet Savunusu Olarak Mâverdî’nin (ö. 450/1058) Aʿlâmü’n-nübüvve Adlı Eserinin Değerlendirilmesi

  • Ahmet Çelik,
  • Eyüp Gür

DOI
https://doi.org/10.18505/cuid.1330880
Journal volume & issue
Vol. 27, no. 2
pp. 422 – 442

Abstract

Read online

Nübüvvet, Allah-insan ve insan-evren ilişkisinin sağlıklı bir şekilde yürümesinin yollarını öğreten bir yönüyle ilâhî, başka bir yönüyle de beşerî bir kurumdur. Allah’ın varlığına yönelik itirazlarını güçlü kanıtlarla delillendiremeyen bazı din karşıtları, itirazlarını Allah’ın kelâm sıfatının bir tezahürü olan nübüvvet üzerinden yürütmüşlerdir. Nübüvveti inkâr düşüncesine karşı kelâmcılar, hadisçiler ve sîret yazarları nübüvveti savunma refleksi göstererek nübüvvetin delilleri anlamında delâ’ilü’n-nübüvve denilen literatürü oluşturmuşlardır. Bu bağlamda müellifler tarafından, inkâr hareketlerine cevap niteliği taşıyan nübüvvet delilleri toplanmak suretiyle, nübüvvet etrafındaki şüpheler izale edilerek tartışmaların önüne geçilmeye çalışılmıştır. Hz. peygamberin doğum öncesinden başlayıp ölümüne kadar geçen hayatındaki bütün olağanüstü olaylar delâil kapsamına dahil edilmiştir. İşte beşinci yüzyıl Şâfiî âlimlerinden Mâverdî, nübüvveti savunmak amacıyla yazdığı Aʿlâmü’n-nübüvve adlı eseriyle delâ’il geleneği içerisindeki yerini almıştır. Aʿlâmü’n-nübüvve, delillerinin güçlü ve kolay anlaşılır olması hasebiyle bu alanda yazılan diğer eserlere ilham kaynağı olmuş, rivâyet ve cedel metodunu bünyesinde barındırması nedeniyle de hem Delâ’ilü’n-nübüvve hem de Aʿlâmü’n-nübüvve ismiyle bilinir olmuştur. Mâverdî eserinde, nübüvveti inkâr fikrinin temsilcileri olarak Berâhime’yi, dehrîleri ve bazı filozofları zikretmektedir. Ona göre Berâhime, Allah’ın birliğini kabul etmekle birlikte nübüvveti reddeden Hind menşeli bir topluluk, dehrîler ise, âleme ezelilik ve doğaya yaratıcılık nispet eden inkârcı bir gruptur. Mâverdî, filozofları açık bir inkardan daha ziyade onların, nübüvvete yönelik yaptıkları yorumlar nedeniyle ilhâd içerisinde zikretmektedir. Bu akımların nübüvveti inkâr düşüncesinin temelinde, aklın vahye alternatif olarak gösterilme çabaları yatmaktadır. Yahudi ve Hıristiyanlar ise, nübüvveti kabul etmekle birlikte Hz. Muhammed’in peygamberliğini inkâr eden gruplar olarak gösterilmektedir. Yahudi ve Hıristiyanların itirazları, dinlerinin neshedilme endişesinden kaynaklanmaktadır. Mâverdî, nübüvvet kurumuna itiraz edenlere insanın maslahatı, peygamberin gerekliliği ve mûcizenin işlevi üzerinden cevap vermiştir. Buna göre kendisine nübüvvet vazifesi verilen peygamber, nübüvvetini, Allah’ın bir fiili olarak kendi elinde gerçekleşeceği hârikulâde bir olayla kanıtlar. O, aklın idrak edemediği bazı meseleleri, beşere ulaştırmak ve onların anlayışına sunmak suretiyle umumi bir maslahatı gerçekleştirir, böylece insanların dünya ve ahiret saadetini sağlayan bir rol icra eder. Mâverdî, Hz. Muhammed’in nübüvvetini ise onun ahlakı, sîreti ve mûcize haberleri üzerinden doğrulama yoluna gitmiştir. Bu minvalde Hz. Peygamber’in siretini, doğum öncesinden başlatarak nübüvveti delillendirmede ispat metodu olarak kullanmıştır. Neticede Mâverdî’nin Aʿlâmü’n-nübüvve’deki nübüvveti ispat metodunun, kelâmcılar ve hadisçilerin yöntemlerini mezceden bir konumda bulunduğunu söylememiz mümkündür.

Keywords