Cumhuriyet İlahiyat Dergisi (Jun 2019)
Hanefî Sünnet Anlayışında Farklı Bir Çizginin Takibi: Kelamcı Usûl Yazarlarının Farklılaşma Noktaları
Abstract
Kaynaklar bize Hanefî usûlünde Irak ve Semerkant meşayihi olmak üzere iki farklı grubun takip edildiğini gösterir. Ancak zamanla Irak meşâyihini takip eden anlayış hâkim Hanefî geleneğini oluşturmuştur. Bu durum daha ziyade Semerkant meşâyihini takip ettiklerini söyleyebileceğimiz kelamcı usûl yazarlarının farklı birtakım yaklaşımlarının gölgede kalmasına sebep olmuştur. Mezhep içindeki bu ayrışma dikkate alınarak usûl eserlerinin sünnet bahisleri mukayese edildiğinde de bu hususta Hanefî usûlündeki farklılaşma noktalarını görmek mümkün olmaktadır. “Sünnetin tarifi”, “Hz. Peygamber’in fiillerinin ahkâma delâleti”, “sahâbeyi taklid”, “Kur’ân’a arz kriteri” ve “fakîh râvî meselesi” bu farklılaşmaların tespit edildiği hususlardır. Mezkûr konular çerçevesinde bu çalışmada esas alınan kelamcı usûl yazarlarının hâkim Hanefî usûl geleneğinden ayrıldığı hususlar çoğunlukla itikadla ilişkilendirildiğinden, bu ayrışmanın genel itibarıyla onların kelâmî öncülleri dikkate alan usûl yaklaşımları ile izah edilebileceğini söylemek mümkündür. Netice itibarıyla her mezhep gibi kendi içinde farklı yönelimlere sahip olan Hanefî mezhebinin de sünnet konusunda tek düze bir yaklaşıma sahip olmadığı görülmüştür. Özet: Bu çalışmada hicri V.-VIII. asırlar arasında Maverâünnehir bölgesinde yazılmış Hanefî usûl eserleri esas alınarak sünnet bahislerindeki farklılaşmaların izi takip edilmiştir. Konunun bu şekilde sınırlandırılmasının nedeni, ilgili bölge ve dönemde mezhep içinde bazı değişim ve gelişimlerin yaşanmış olmasıdır. Zira farklı itikâdî eğilimlerin etkisiyle gerçekleştiği düşünülen bir ayrışmayla Irak meşâyihi ve Semerkant meşâyihi olmak üzere iki farklı çizgide seyreden Hanefî fıkıh usûlü, bu zaman diliminde bir tarafın lehine gelişim göstermiştir. Bu durum, çoğunlukla Semerkant meşâyihini takip eden kelamcı usûl yazarlarının farklı birtakım yaklaşımlarının gölgede kalmasına neden olmuştur. Zira yerleşik hale gelen Hanefî usûl geleneği hem ele alınan konular hem de bu konulardaki yaklaşımlar açısından çoğunlukla Irak meşâyihinin çizgisini takip etmiştir. Bu çalışmanın amacı, Hanefî mezhebi içindeki Semerkant meşâyihi çizgisinin sünnet konusundaki farklı yaklaşımlarını tespit etmektir. Mukayese yönteminin esas alındığı çalışmada genel itibarıyla Debûsî, Pezdevî, Serahsî ve onları takip edenler ile kelamcı usûl yazarları olan Ebü’l-Yüsr, Semerkandî, Lâmişî ve Üsmendî’nin usûllerindeki sünnet bahisleri karşılaştırılmış ve ikinci gruptaki usûlcülerin farklılaşma noktaları tespit edilmiştir.Bu bağlamda öncelikle sünnetin tarifi ve kapsamı hususunda Hanefî usûlünde iki farklı yaklaşımın var olduğu görülmektedir. Zira Irak meşâyihini takip eden Hanefî usûlcüler sünneti tarif ederken sahâbeyi sünnetin kapsamına dâhil etmişlerdir. Ancak Ebü’l-Yüsr, Semerkandî ve Lâmişî sünnet tariflerinde sahâbeyi zikretmemiş ve tâbî olunacak tek kişinin Hz. Peygamber olduğunu ifade etmişlerdir. Ayrıca ikinci gruptaki Hanefîler diğerlerinden farklı olarak mutlak sünnet lafzından kastın sadece Hz. Peygamber’in sünneti olduğu görüşünü de benimsemişlerdir. Bu konuda onlar ehl-i hadis ve ulemanın cumhuru ile aynı kanaati paylaşmışlardır.Hz. Peygamber’in vasfı bilinmeyen fillerinin ahkâma delâleti konusunda da Irak ve Semerkant meşâyihine dayandırılan iki farklı yaklaşım bulunmaktadır. Iraklı Hanefilere göre herhangi bir delil bulunmadığında Hz. Peygamber’in fiili mubâhlığa hamledilir. Semerkant meşâyihine göre ise böyle bir fiil amel bakımından vücûba hamledilir, itikad bakımından ise tevakkuf edilir. Sonraki Hanefi usûlcülerin çoğu bu konuda Iraklı Hanefilerin ibâha görüşünü benimsemiştir. Semerkandî, Lâmişî ve İtkânî ise Semerkant meşâyihinin amelen vâcip olmakla birlikte itikaden tevakkuf etme görüşüne meyletmişlerdir. Sahâbeyi taklid konusunda da Hanefî usulcüler tarafından iki farklı yaklaşımın benimsendiği görülmektedir. Hanefî usûlcülerin geneli Berdaî’ye nisbet edilen sahâbeyi taklidin vâcip olduğu ve sahâbe sözünün kıyasa takdim edilmesi gerektiği görüşünü benimsemişlerdir. Semerkandî ve Lamişî ise Mâtürîdî’ye atfedilen, fetva derecesine ulaşan bir sahâbînin umumun ihtiyacı olduğu için gizli kalma ihtimali olmayan bir konudaki görüşüne akranlarından biri muhalefet etmemişse o sahâbîyi taklidin vâcip olduğu görüşünü kabul etmişlerdir. Meşhur haberin ne tür ilim ifade ettiği hususunda da Hanefi usûlcüler arasında bir ihtilaf bulunmaktadır. Debûsî, Pezdevî, Serahsî ve müteahhir Hanefî ulemâ meşhurun ilm-i yakîn değil ilm-i tüma’nîne ifade ettiği kanaatindedir. Ebü'l-Yüsr, Semerkandî ve Lâmişî’nin ise meşhur haberin yakîni bilgi ifade ettiği kanaatinde oldukları anlaşılmaktadır. Fakat Hanefiler arasındaki bu ihtilaf, sadece meşhur haberi inkâr edenin tekfir edilip edilmeyeceği meselesine tesir etmekte, ahkâm konusunda herhangi bir ihtilafa yol açmamaktadır. Manevî inkıtâ kapsamında ele alınan Kur’ân’a muhalefet meselesinde de mezhep içinde iki farklı yaklaşım yer almaktadır. Bu meselede özellikle nassa ziyâde yoluyla gerçekleşen Kur’ân’a muhalefet hususu farklı şekillerde değerlendirilmiştir. Irak meşâyihi ve onları takip eden Hanefîlerin çoğunluğuna göre nassa ziyâde nesihtir. İmam Mâtürîdî ve onu takip eden Semerkant meşâyihine göre ise nassa ziyâdenin nesh olması da beyân olması da mümkündür. Herhangi bir delil olmadan da biri tercih edilemez. Ayrıca Irak meşâyihine göre Kur’ân’ın âm ve zâhir lafızları yakîn ifade ederken Semerkant meşâyihine göre Kur’ân’ın âm lafızları zan ifade ettiği için haber-i vâhidle tahsîs edilmesi câizdir. Ancak Hanefîler arasındaki âm lafız konusundaki bu ihtilafın âmmın katiyyetinin kabul edilmesinin itikadla ilgili bazı konularda probleme sebebiyet vermesiyle ilgili olduğu görülmüştür. Râvînin fakîhliği meselesinde ise Hanefî usûlcüler tarafından üç farklı yaklaşımın sergilendiği tespit edilmiştir. İlk olarak Îsâ b. Ebân’ın Ebû Hüreyre özelinde dile getirdiği fakîh olmayan râvînin rivayetini kabul etmeme yönündeki tutum Debûsî ile birlikte giderek yumuşatılarak sonraki Hanefî usûlcülerin geneli tarafından benimsenmiştir. Ancak aynı ilmî çevre ve dönemde yaşamasına rağmen Ebü’l-Yüsr’ün bu yaklaşımı takip etmediği görülmektedir. Aynı zamanda Semerkandî, Lâmişî ve Üsmendî’nin de fakîh râvî görüşünü benimsemediğini söylemek mümkündür. Sonraki dönem usûlcülerinden Abdülazîz el-Buhârî ve Kâkî ise bu yaklaşımı benimsememekle birlikte açıkça eleştirmişlerdir. Sonuç olarak kendi içinde farklı yönelimleri barındıran Hanefî mezhebinin sünnet konusunda tek düze bir yaklaşıma sahip olmadığı görülmüştür. Bu çalışmada esas alınan kelamcı usûl yazarlarının sünnet konusunda hâkim Hanefî usûl geleneğinden ayrıldığı hususlar çoğunlukla itikadla ilişkilendirilmektedir. Dolayısıyla bu ayrışmanın genel itibarıyla onların kelâmî öncülleri dikkate alan usûl yaklaşımları ile ilgili olduğunu söylemek mümkündür. Ayrıca Kelamcı usûl yazarlarının hâkim Hanefî geleneğe alternatif olarak ortaya koyduğu bazı görüşlerde ehl-i hadise ve ulemanın cumhuruna yakın bir tutum sergilediği de görülmektedir.
Keywords