Marife Dini Araştırmalar Dergisi (Jun 2022)
İşârî Tefsirlerde İsrâ ve Mi‘rac
Abstract
Hz. Muhammed’in (s.a.v.) semâya yükselişini ve Allah’ın huzuruna varışını ifade eden mi‘rac hadisesi, sahih kabul edilen görüşe göre hicretten bir yıl sonra meydana gelmiştir. Mi‘rac hadisesinden bahse-den âyetler ile ona işaret ettiği düşünülen âyetler, rivâyet ve dirâyet tefsirlerinde çeşitli şekillerde yo-rumlanmıştır. Tefsir literatüründe nasları yorumlamada farklı bir metod geliştiren sûfîlerin işârî tef-sirlerde konuya yaklaşımı ise farklı bir perspektif çizmektedir. Merkezinde seyrüsülûk olan bu yorum metodunda sûfînin sülûk ederek elde ettiği hal ve makamların kişide farklı ve yeni anlam araçları or-taya çıkardığı düşünülür. Bu makalede işârî tefsirler bağlamında isrâ ve mi‘rac olayının anlatıldığı âyetler hakkında sûfî müfessirlerin yaklaşımı ele alınacaktır. Konunun sûfî düşüncedeki yansımalarını bütüncül bir şekilde görmek için öncelikle tasavvuf klasiklerinde meseleye nasıl yaklaşıldığı tespit edilmeye çalışılacaktır. Böylece tasavvuf klasiklerindeki mi‘rac algısının sûfî tefsirlere ne ölçüde yan-sıdığını görmek mümkün olacaktır. Makalede işârî yoruma yoğunlaşıldığından rivâyet ve dîrâyet tef-sirleri kapsam dışı bırakılmıştır. Burada daha çok tasavvuf klasiklerinden ve önde gelen işârî tefsir-lerden hareketle sûfîlerin görüşleri belirlenmeye çalışılacaktır. Mi‘racı, Hz. Peygamber’in (s.a.v.) bir mucizesi olarak görmenin ötesinde Hakk’a vuslatta takip edil-mesi gereken mânevî bir merhale olarak değerlendiren sûfiler, tasavvuf klasiklerinde isrâ ve mi‘rac mûcizesini; ubûdiyyet, yakîn, cem’, fenâ, sahv, mükâşefe, müşâhede ve tecellî gibi sufilere özgü kav-ramlar ile izah etmişlerdir. Bu çerçevede mi‘rac olayı ile seyrüsülûk arasında benzerlikler kurmuşlar, Hz. Peygamber’i takip ederek haller ve makamlar elde etmeyi bir nevi mi‘rac olarak değerlendirmiş-lerdir. Ayrıca Hz. Peygamber’in mi‘racından ayrı olarak sülük ile sufilerin de mi‘raclarının olabilece-ğini iddia etmişler, bununla birlikte nebînin mi‘racı ile velîlerin mi‘racı arasındaki farklara dikkat çekmişlerdir. İsrâ ve mi‘racı tasavvufî motiflerle bağlantı bir şekilde ele alan sufiler, kendi yaşadıkları mi‘rac tecrübelerinden de bahsetmişlerdir. Nebîlerin mi‘racı ile velîlerin mi‘racı arasında benzerlikle-rin bulunduğunu ileri sürmekle birlikte mâhiyet ve bağlayıcılık açısından farklılıklarına da dikkat çekmişlerdir. İsrâ olayından bahseden âyeti tasavvufî motifler ekseninde ele alan sûfî müfessirler, Necm sûresi 1-18. âyetleri de isrâ ve mi‘rac olayı bağlamında incelemişlerdir. İsrâ sûresinde temas edilip detay verilme-yen âyetlerin neler olduğu, Necm sûresinde ifade edilen Hz. Peygamber’in müşâhede ettiği olağanüstü-lüklerden hareketle açıklanmıştır. Hz. Peygamber’in böyle bir hadiseyi tecrübe etmesinin nedeni üze-rinde duran bazı sûfî müfessirler, bunu, kulluk edeplerinin meleklere öğretilmesi olarak göstermişler-dir. Sûfî müfessirler İsrâ birinci âyette “kulunu/abdihî” (el-İsrâ, 17/1) şeklinde kapalı bir şekilde bahse-dilmesinden çeşitli tasavvufî anlamlar çıkarmışlardır. Allah’ın büyük âyetlerinden bir kısmını Hz. Peygamber’in gördüğünden bahseden Necm sûresi 18. âyetini, mi‘racda gerçekleşen bir olay olarak ele alırlar. Necm sûresinin ilk âyetindeki “necm/yıldız” kelimesinden ve onun batmasından Hz. Muham-med’e, kalb, kurb, ilham, ledünnî ilim ve rabbanî vâridatlara dair işaretler çıkarmışlardır. Bu kavram-lardan hareketle de Hz. Peygamber’in mi‘rac’da fenâ ve bekâ ile marifete ererek bu âleme dönüş yap-tığına dair çıkarımda bulunmuşlardır. Bilhassa âyette yıldızın batmasına yapılan yeminden, yıldızı Hz. Peygamber kabul edip mi‘racdan dönüşüne işaret saydıkları gibi bu durumu âriflerin ledünnî ilim-lere mazhar olmaları ile de irtibatlandırmışlardır. Necm sûresi 9. âyetteki “kābe kavseyn ev ednâ (iki yay arası kadar, yahut daha da yakın oldu)” ifadesindeki “kābe kavseyn” ve “ev ednâ” kalıpları da sûfiler tarafından birer makam olarak düşünülmüştür. Sûfîler “Kābe kavseyn ev ednâ” ifadesini bir ta-raftan tasavvufî bir kavrama dönüştürürken, diğer taraftan bir beşerin yaşayabileceği en üst manevî tecrübeyi ifade etmek için kullanmışlardır. Aslında sûfi müfessirler, sadece Hz. Peygamber’in tecrübe etmiş olduğu mi‘rac olayının mahiyetinin ondan başka hiçbir kimse tarafından hakikati ile anlaşıla-mayacağının farkındadırlar. Ancak mi‘rac olayı bağlamında Necm sûresinin âyetlerine getirdikleri yorumlar ile Hz. Peygamber’in yaşadığı bu özel tecrübeyi kendi tecrübelerine kıyasla anlamaya çalış-mışlardır. en-Necm sûresi 14. âyette zikredilen “sidretü’l-müntehâ” ifadesi de sûfîler tarafından Hz. Peygam-ber’in nûru ve ilimlerin nihayeti bağlamında işaretler çıkarılmıştır. Bu yorum tasavvuf düşüncesinde merkezi bir yere sahip olan nûr-ı Muhammedî düşüncesinin bir yansımasıdır. Mi‘racda Hz. Peygamber’in Allah’ın huzurunda bulunmasını ayrıntılı bir şekilde ele alan sûfiler, Necm sûresindeki âyetler bağlamında olayın mahiyetini izaha yönelik açıklamalar yapmışlardır. Hz. Pey-gamber’in müşahedesinin de kalb ile gerçekleştiğini düşünmüşlerdir.
Keywords