Cumhuriyet İlahiyat Dergisi (Dec 2018)

Tanrı’nın Varlığına Bir Delil Olarak Dinî Tecrübe: Duyu Tecrübesi ve Saf Bilinç İddiaları Örneği

  • Hakan Hemşi̇nli̇

DOI
https://doi.org/10.18505/cuid.448346
Journal volume & issue
Vol. 22, no. 3
pp. 1633 – 1655

Abstract

Read online

Düşünce tarihinde Tanrı’nın varlığını ispat etme gayretleri, özellikle felsefe ve ilahiyatın temel problemlerinden biri, hatta en önemlisi olmuştur. Tanrı’nın varlığını ispat etmek için ortaya konulan deliller, din felsefesi problemlerinin merkezini oluşturmaktadır. Delillerle sadece din felsefesi değil, aynı zamanda teoloji-kelam ve İslâm felsefesi gibi disiplinler de ciddi bir şekilde ilgilenmektedir. Felsefe tarihine bakıldığında, hemen bütün filozofların Tanrı’nın varlığının lehine ve aleyhine delillerle ilgilendikleri açık bir şekilde müşahede edilmektedir. Özellikle son dönemlerde dinî tecrübenin de Tanrı’nın varlığına dair deliller arasında sayıldığı sıklıkla görülmektedir. Dinî ve mistik tecrübe alanındaki çalışmalar, dinî tecrübenin bir delil olarak kullanılmasıyla ilgili bir çok argüman ortaya çıkarmıştır. Ancak bu çalışma, bu argümanların tamamını incelemekten ziyade, sadece duyu tecrübesi ve saf bilinç iddialarıyla sınırlandırılmıştır. Bu çalışmada ilk olarak, duyu tecrübesi ile dinî tecrübe arasında kurulan analoji, daha sonra ise mistiklerin birtakım yöntemlerle bilincin boşaltılabileceğini savunan saf bilinç iddiaları ele alınacaktır. Ayrıca iki yaklaşımın ortak noktası olan mistik tecrübelerin geçerli olduğuna ilişkin görüş savunulmaya çalışılacaktır. Çalışmanın temel vurgusu, bu argümanların Tanrı’nın varlığı için delil olarak kullanılabileceği olacaktır.Özet: Tanrı’nın varlığına dair klasik delillerden sayılmayan ama son dönemlerdeki çalışmalarda popülerlik kazanan dinî tecrübe de deliller arasında anılmaya başlamıştır. Dinî tecrübeye deliller arasında son dönemlere kadar yer verilmeyişinin en önemli nedeni, onun kişisel bir tecrübe olması, dolayısıyla öznel unsurlar içermesidir. Ancak dinî tecrübeye yönelik eleştirilerin onu öznelliğe mahkum edilmesini kabul etmeyen birçok araştırmacı, bu tür tecrübelerin nesnellik taşıyan yönlerini ön plana çıkararak, dinî tecrübenin önemine vurgu yapmışlardır. Bu vurgu sadece onun önemi üzerine olmamış aynı zamanda bilişsel bir özellik taşıdığı ve dolayısıyla Tanrı’nın varlığı için bir delil oluşturabileceği üzerine de olmuştur. Dinî tecrübe delili genel olarak, insanın yaratıcı veya kutsal kabul ettiği Varlık karşısında yaşadığı manevî tecrübeler, Tanrıyla karşılaşma, birleşme, benliğini O’nda yok etme gibi farklı hislerden hareket ederek, Tanrı’nın varlığını ispat etme gayreti olarak tanımlanabilir. Bu tür çabaların özellikle XVIII. Asırdan sonra ortaya çıkması, delilin tarihinin çok eskilere dayanmadığını da göstermektedir. Ancak delil olarak olmasa bile, dinî ve mistik tecrübe konusunun izlerini Budizm, Hinduizm gibi dinlerin tarihine kadar geri götürmek mümkündür. Batı’da dinî tecrübe alanında yapılan çalışmaların yoğunluğu dikkate alındığında, Türkiye’de bu tür çalışmaların henüz başlangıç seviyesinde olduğu rahatlıkla görülebilir. Böyle tartışmalı bir konunun seçilmesindeki temel amaç, dinî tecrübeye dair alanın daha canlı bir hale getirilmesinin yanı sıra, Tanrı’nın varlığına bir delil olarak dinî tecrübenin kullanılıp kullanılamayacağını göstermektir. Bu çalışmanın ilk başlığı, Walter T. Stace’in İttifak(Oydaşlık)Argümanı, Richard Swinburne’ün Safdillikİlkesi, William P. Alston’ın Tanrı’yıAlgılamak, John Hick’in …gibitecrübeetmekvb. argümanlar gibi çok farklı iddiaları da içerecek bir niteliktedir. Ancak birbirlerinden çok farklı iddiaları kısaca vermek yerine, bu iddiaların dışında, daha az tartışılmış olan ve daha detaylı bir şekilde verilebilecek iki argümanın esas alınması tercih edilmiştir. Bunlardan ilki, dinî tecrübe ile duyu tecrübesi arasında kurulan analojiyi esas alan argümandır.Bu argümanın iddiasının temel hareket noktasını duyu tecrübeleri oluşturmaktadır. Duyu tecrübesi ile dinî tecrübe arasındaki benzerliklerden yola çıkarak dinî tecrübenin de bilişsel olduğu ve Tanrı’nın varlığına bir delil teşkil edebileceği iddia edilmektedir. Başka bir ifadeyle, duyu tecrübesinin algısal ve noetik yani bilişsel olması, dinî tecrübeye benzetilen yönü olarak düşünülmüştür. İster hayali ister gerçek olsun, neticede tecrübe, bir nesneye sahip olmak ve bir şeyin tecrübesi olmak durumundadır. Bu nedenle dinî tecrübe, tecrübe eden bireyin ötesinde ve onu aşan Aşkın bir Varlığın algısını içermektedir. Elbette ki duyu tecrübesindeki algı ile dinî tecrübede kullanılan algı birbirlerinden farklı olacaktır. Kutsal Varlığın algılanmasında beş duyu organının geçerli olmadığını düşünen araştırmacılar, algıya daha geniş ve farklı anlamlar yüklemişlerdir. Böylece algının anlam haritasının genişletildiği bu yaklaşımda, insanın aşkın, sonsuz ve sınırsız olan Tanrı’yı algılayabileceği ve bunun da epistemolojik anlamda açıklanabileceği ileri sürülmüştür. Dinî tecrübelerin Tanrı’nın varlığına bir delil olarak kullanılabilmesi için bu tür tecrübelerin başka bir şeyden değil de Tanrı’dan kaynaklanıp kaynaklanmadığının tespit edilmesi gerekir. Bu da dinî tecrübenin geçerliliği sorununu ortaya çıkarmaktadır. Bu alandaki araştırmacılar, dinî tecrübenin geçerli olup olmadığını tespit etmek için çeşitli kriterler ileri sürmüşlerdir. Dinî tecrübe olduğu iddiasını taşısa bile, kriterlere uymayan tecrübeler geçerli olarak kabul edilmezler.İkincisi ise saf bilinç olaylarından hareket ederek, Tanrı’ya dair bir delil ortaya konulup konulamayacağını tartışan argümandır. Bu argüman ise genel olarak, mistik veya sûfînin bilincini tüm duyusal içeriklerden boşaltıp dünyevî arzu ve isteklerden uzaklaştırması sonucunda, bilincinin saflaştığını ve böylece bilincin saf haliyle Tanrısal olanı tecrübe ettiğini iddia etmektedir. İlahî olanın tecrübesinin vasıtasız, dolayısıyla yorumsuz olduğunu, saf bir bilinç tarafından tecrübe edildiğini öne süren argüman, mistiklerin bilinçlerini görme, işitme, tatma gibi duyusal niteliklerden arındırabileceklerine inanır. Mistiklerin bilinçlerindeki duyusal suretleri boşaltıp onlardan kurtulmalarının mümkün olduğu ve böylece arzu ve isteklerinin kaybolabileceği dile getirilir. Özellikle perenniyalist felsefe geleneğine bağlı ve bu yaklaşımı savunan düşünürler, dünyanın farklı yerlerinde farklı zaman dilimlerinde birbirlerinden bağımsız farklı din kültür ve inançlara sahip kişilerin aynı tecrübeye sahip olduklarını, bunun da ortak öz olarak nitelenebileceğini öne sürerek bu tür tecrübelerin evrensel bir nitelikte olduğunu düşünmüşlerdir.Saf bilinç olaylarının her yerde aynı olduğu iddiası, çeşitli açılardan eleştirilere uğramış olsa bile, bu yaklaşımı savunanlar aslında tecrübenin aynı ortak özü taşıdığını fakat yorumun farklılaştığını savunmuşlardır. Tecrübe ve yorum arasında kurulmaya çalışılan bu ilişki, hem saf bilinç iddialarını ortaya atan düşünürleri hem de bunun karşısında duran araştırmacıları önemli derecede uğraştırmıştır. Çünkü tecrübe ve yorum arsındaki ilişkiyi incelemek, sosyo-psikolojik, kültürel ve dinî alanlarda ciddi çalışmalar yapmayı gerekli kılmaktadır. Bu nedenle, makalenin sınırlarını aşmamak için tecrübe ve yorum arasındaki ilişkiye kısaca değinilmiştir.İki argüman da ele alınırken, argümanların temel iddiaları dile getirilmeye gayret edilmiş ve mümkün olduğu kadar bu argümanlara yöneltilen eleştiriler dikkate alınmamıştır. Ancak çok önemli görülen ve tartışmanın daha iyi anlaşılması için, yer yer bazı eleştirilere de kısaca değinilmeye çalışılmıştır. Çoğunlukla Batı eksenli olan bu tür iddialar, kendi çerçevesinde ele alındığı için, farklı kültürlerdeki iddiaların karşılaştırılması çalışmanın dışında tutulmuştur.

Keywords