Kocatepe İslami İlimler Dergisi (Dec 2021)

Hanefî Mezhebinde Nikâh-ı Tenezzühî ve Osmanlı Uygulaması

  • Mustafa Ateş

DOI
https://doi.org/10.52637/kiid.980449
Journal volume & issue
Vol. 4, no. 2
pp. 298 – 311

Abstract

Read online

Ganimet mallarının şer‘î usule uygun bir şekilde paylaşılmaması, köle tüccarları tarafından satılan cariyelerin elde ediliş biçimlerinin şeriata uygunluğu gibi tartışmalar, özellikle 15. yüzyıldan itibaren cariyelerle cinsel ilişkinin cevâzının sorgulanmasına sebep olmuştur. Normal şartlarda istifrâş edilmesi bakımından efendisine helal olan cariyenin hür olma ihtimali söz konusu olduğunda, bu şüphenin varlığı sebebiyle cariyeye nikâh kıyılması ihtiyaten gerekli görülmüştür. Milkin sahih olmama ihtimalinin kuvvetli olması durumunda ihtiyat gerekçe gösterilerek zina endişesinden kurtulmak amacıyla kişinin kendi cariyesine kıymış olduğu nikâha, nikâh-ı tenezzühî adı verilmiştir. Klasik anlamda kölelik-cariyelik müessesesi ortadan kalktığı için nikâh-ı tenezzühînin günümüzde herhangi bir ehemmiyeti bulunmamaktadır. Bununla birlikte özellikle Osmanlı döneminde uygulamaya konu olması ve tarihî bazı bilgilerin hukukî açıdan değerlendirilmesi bakımından nikâh-ı tenezzühî uygulaması kanaatimizce üzerinde durulması gereken bir konudur. Bu bağlamda öncelikle konunun genel çerçevesi içerisinde cariye ve nikâh meselesi ele alınacaktır. Akabinde nikâh-ı tenezzühî uygulamasının teorik arka planı, sebepleri ve ortaya çıkışı araştırılacak, normal nikâhtan farkları ile hukukî sonuçları irdelenecek ve Osmanlı uygulamasında nikâh-ı tenezzühî örnekleri incelenecektir. Bu çalışmayla ayrıca Hanefî mezhebi içerisinde nikâh-ı tenezzühîye benzer hüküm ve fetvâların varlığı ile aralarındaki ilişkinin incelenmesi hedeflenmektedir. Bu çerçevede yapılan araştırmada, Hanefî kaynaklarda ilk olarak 8/14. asırdan itibaren nikâh-ı tenezzühînin yer aldığı görülmüştür. Normal şartlarda efendinin cariyesine nikâh kıyması mümkün değildir. Çünkü efendisinin mülkiyeti altında olması cihetiyle cariyenin memlûk olması, onun nikâh cihetinden mâlik olmasına engel teşkil eder. Diğer taraftan efendi, cariyesini başka biriyle evlendirmediği sürece onunla istifrâş hakkına sahiptir. Ancak yukarıda da değinildiği üzere köle olarak satılmasına rağmen aslen hür olduğuna dair şüphe bulunan cariyeler de mevcuttur. Özellikle Osmanlı dönemi kadı sicilleri incelendiğinde bu durumun mahkemeye konu olacak kadar yaygınlık kazandığı görülmektedir. Elbette aslen hür olduğu ispat edilen cariyeler mahkeme yoluyla hürriyetine kavuşabilmektedir. Bu sebeple cariye statüsünde bulunup da aslen hür olanlar için nikâh-ı tenezzühî uygulanamaz. Diğer taraftan cariye olduğu kesin olarak bilinenler de nikâh-ı tenezzühînin kapsamına dâhil olmaz. Dolayısıyla nikâh-ı tenezzühî, sadece aslen hür olup olmadığı konusunda şüphe bulunan cariyeler için uygulanmaktadır. Cariyelerle istifrâşın caiz olup olmadığı hususunda gündeme gelen tartışmalardan biri de yukarıda değinildiği üzere ganimet mallarının usulüne uygun bir şekilde paylaşılmaması meselesidir. Ganimetten elde edilen cariyeler hakkındaki bu tartışma ise, her ne kadar istifrâşla ilgili olsa da nikâh-ı tenezzühînin kapsamına girmemektedir. Çünkü ganimetten elde edilen cariyelerin köle statüsünde olduğu konusunda herhangi bir şüphe söz konusu değildir. Ganimet malı olan cariyenin istifrâşının caiz olmaması, ganimetten pay sahibi olan diğer kimselerin bu cariyeler üzerindeki mülkiyet hakkı şüphesinden kaynaklanmaktadır. Osmanlı kadı sicilleri ve dönemin fetvâ kitapları incelendiğinde nikâh-ı tenezzühînin yapılış şekli bakımından normal nikâh akdinden bir farkı olmadığı anlaşılmaktadır. Başka bir ifadeyle nikâh-ı tenezzühî, normal nikâh akdinde olduğu gibi şahitler huzurunda, mehir tesmiyesiyle ve tarafların icap ve kabulüyle yapılmaktadır. Ancak nikâh-ı tenezzühî ile nikâh akdinin sonuçları ortaya çıkmamaktadır. Çünkü kendisine nikâh kıyılan cariyenin, cariyelik statüsü devam etmektedir. Bu açıdan bakıldığında nikâh-ı tenezzühînin göstermelik bir nikâh olduğu düşüncesi akla gelebilir. Ancak tıpkı zuhr-i âhir namazında olduğu gibi nikâh-ı tenezzühî de ihtiyat gerekçesiyle diyânî açıdan söz konusu şüpheyi giderme amacına matuftur. Dolayısıyla nikâh-ı tenezzühînin kazâen değil diyâneten gerekli görüldüğü söylenebilir. Bu açıdan değerlendirildiğinde nikâh-ı tenezzühînin, sonradan ortaya çıkan bir problemin mezhep içi ictihad yoluyla çözüme kavuşturulması için ortaya konan bir fetvâ olduğu anlaşılmaktadır.

Keywords