Cappadocia Journal of Area Studies (Jun 2023)

Soğuk Savaş Sonrası Çin-Hindistan İlişkileri

  • Ahmet Emin Yıldız

DOI
https://doi.org/10.38154/cjas.62
Journal volume & issue
Vol. 5, no. 1

Abstract

Read online

Dünya tarihinin neredeyse her safhasında yer almış; en önemli ve kadim medeniyetlerden birisi olan Çin Medeniyetinin günümüzdeki varisi ve dünyanın en kalabalık nüfusuna sahip olan Çin Halk Cumhuriyeti ve Asya’da ‘kıta devleti’ konumunda bulunan, dünyanın en büyük demokrasisi kabul edilen Hindistan Cumhuriyeti arasındaki ilişkiler her dönemde araştırmacıların dikkatini çekmiştir. Nezir Oğuş da bu araştırmacılar arasında yerini almaktadır. Nezir Oğuş’un 2018 yılında Çanakkale Üniversitesi’nde Uluslararası İlişkiler alanında tamamladığı yüksek lisans tezine dayanan kitap, Soğuk Savaş sonrasında Çin ve Hindistan devletleri arasında oluşan karşılıklı ekonomik bağımlılığın siyasal bağımlılığa nasıl ve ne derece dönüştüğünü ortaya koymayı amaçlamaktadır. Oğuş, çalışmasında Robert O. Keohane ve Joseph S. Nye tarafından ele alınan ‘’Karşılıklı Bağımlılık Teorisi’’ çerçevesinde, Çin ve Hindistan’ın ekonomik ilişkileri ve karşılıklı ekonomik bağımlılığı, siyasal bağımlılığa ve kültürel ilişkilere doğru nasıl evrildiğini irdelemektedir. Oğuş hipotezinde, devletlerin karşılıklı olarak birbirleriyle kurduğu veya kuracağı ekonomik iş birliğinin zamanla geniş alanlara yayılmasıyla devletlerin birbirine siyasal açıdan da bağımlı olabileceğini iddia etmektedir. Çalışmanın başlangıç noktası, Çin ve Hindistan arasındaki hipotezinde iddia ettiği bu bağımlılık evrilmesinin nasıl olduğudur. Bu evrilmede devletler arasındaki sorunlara rağmen bölgesel bir müttefiklik içinde olmaları önemine vurgu yapılmaktadır. Kitapta üzerinde durulan ana mesele, karşılıklı bağımlılık teorisi çerçevesinde Çin ve Hindistan arasındaki ilişkilerin dış politika davranışlarındaki yansımalarının incelenmesidir. Kitap dört ana bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde, karşılıklı bağımlılığın teorik ve kavramsal çerçevesine, karşılıklı bağımlılığın uluslararası ilişkilerdeki karşılığına, küreselleşme ile ilişkisine ve uluslararası politikaya etkisine farklı bakış açılarıyla yer verilmektedir. Oğuş, teorik ve kavramsal çerçeveyi çizerken ilişkilerin karmaşıklaşması sonucunda ortaya çıkan ‘karmaşık karşılıklı bağımlılık’ teorisine de dikkate çekmiştir. Bu teorinin; uluslararası alandaki iletişim kanallarının fazlalığı (multiple channels), ilişkilerdeki hiyerarşinin ortadan kalkması (absence of hiyararcy among issues) ve küresel siyasette askeri gücün öneminin azalması (minör role of military force) durumları üzerine kurulduğunu vurgulamaktadır (s.35). Bu bölümün sonunda, çalışmanın teorik çerçevesini çizen ‘Karşılıklı bağımlılık teorisine’ getirilen eleştirilere de yer verilmektedir. Bu teoriye, realist gelenek; tarih perspektifinden yoksun olduğu (s.52), yeni realist gelenek marjinal olduğu (s.54) ve sosyal gelenek ise yanlış ifadelerle tanımlanmış bir teori olduğu (s.55) şeklinde eleştiri getirmektedir. Realist temsilcilerinden biri olan K. Waltz’in askeri konuları yüksek politika (high politics) şeklinde değerlendirirken, karşılıklı bağımlılık teorisini düşük politika (low politics) şeklinde nitelemesi ise teorinin en önemli farklılık göstergelerinden biri olmaktadır (s.54). İkinci bölümde Çin’in soğuk savaş ve sonrasındaki ekonomisine, izlediği dış politikalara, Mao ve Deng dönemlerindeki reform hareketlerine ve ekonomik bağımlılık çerçevesinde Hindistan ile olan ekonomik ilişkiler ele alınmaktadır. Yeni süper güç Çin’in dünyanın en kalabalık ülkesi (2017 yılı: 1 milyar 379 milyon) olması ve ikinci sırada ileride Çin’i geçebileceği değerlendirilen Hindistan ile diğer alanlarda olduğu gibi nüfus olarak da rekabete gireceği öngörülmekle birlikte yazar tarafından ileride Çin’in en çok uğraşacağı problemlerinden birinin 1,5 milyara yaklaşan nüfusu olacağı ortaya koyulmaktadır (s.61). Çin’in dış politikasında ekonomik alandaki bu hızlı büyümesi ve yaşadığı sorunlardaki (sınır, toprak vd.) çatışmacı hali ABD’nin Çin’i bir tehdit olarak algılamasına yol açtığı değerlendirmesi yapılmaktadır (s.66). Ekonomik ilişkiler açısından Çin ve Hindistan özellikle 1990 sonrasında birçok ortak problem (nüfus, yoksulluk) sebebiyle ekonomik ve sosyal açıdan öncelik verilen ortak politikalar üretti. Bu ortak tehdit ve çıkarlar, komşu ülkelerle iyileştirilen güvenlik ilişkilerini ve ekonomik bağları öncelikli hale getirdi. Sorunlara rağmen bu ekonomik bağlılığın etkileri Asya pazarında da kendisini gösterdi (s.92-93). Bu bölümde son olarak Çin’in ihracat ve ithalat verileri (s. 246-252) ve Hindistan’ın Çin üzerindeki rolü yer almakta ve bu iki ülkenin ekonomik açıdan karşılıklı bağımlılığı ortaya koyulmaya çalışılmaktadır. Üçüncü bölümde, Hindistan’ın kurulma sürecinden başlayarak Soğuk Savaş ve sonrasından günümüze kadar olan süreçteki siyasal, ekonomik ve kültürel değişimlerine değinilmektedir. Sonrasında Çin ile olan ekonomik ilişkileri karşılıklı bağımlılık teorisine göre incelenmektedir. Hindistan’ın Nehru dönemi, sonrası ve Soğuk Savaş dönemi dış politikasında ‘Doğuya Bak’ (look east policy) ve ‘Kuzeye Bak’ (look North policy) stratejileri, ‘Orta Asya ile Bağlantı Kurma Politikası’ (connect central asia policy) konu kapsamında incelenmektedir (s.113-114). Ayrıca Oğuş, Hindistan’ın ekonomisini soğuk savaş öncesi ve sonrası olarak iki döneme ayırarak Hindistan’ın ekonomisi için önem teşkil eden alanları istatistiki bilgiler ışığında incelemektedir. Bu bölümde son olarak Hindistan’ın Çin ile olan ekonomik ilişkileri ve karşılıklı bağımlılık teorisi açısından bağımlılığı ele alınmaktadır. Soğuk savaş sonrasında uluslararası sistemin değişen doğası, yalnızca güç dengesini etkilemekle kalmayıp ülkeler arasında ekonomik karşılıklı bağımlılığı da artırmaktadır. Hindistan’ın ihracat ve ithalatında Çin’in rolü incelenmekte ve bölüm sonunda karşılıklı ekonomik bağımlılığın Hindistan açısından daha önemli olduğu gerekçeleriyle birlikte yer almaktadır (s.144). Kitabın son bölümünde, Çin ve Hindistan arasındaki sorunlar, çatışmalar, rekabet, normalleşme ve siyasal ilişkiler konularında; iki ülkenin siyasal ilişkileri, çatıştıkları ve rekabet ettikleri bölgeler ve ilişkilerin değişim süreçleri ortaya koyulmaktadır. Oğuş bunu yaparken, Çin ve Hindistan’ın karşılıklı ekonomik bağımlılığının siyasal bağımlılığa evrilmesini, iki ülkenin günümüzdeki ilişkilerinden yola çıkarak siyasal bağımlılık-bağımsızlık örneklerine de yer vermektedir. Yazar, 2006 yılının iki ülke arasında dostluk yılı ilan edilmesi, 2010 yılında stratejik ekonomik diyalog kurumu kurulması ve 2017 yılında Hindistan’ın Şangay’a üye olarak kabul edilmesi gibi somut adımlar üzerinden iki ülkenin karşılıklı ilişkilerini ve günümüzdeki durumlarının tahlili sunmaktadır (s.204). Çalışma kapsamında geleceğin iki süper gücü olduğu değerlendirilen Çin ve Hindistan arasında ileride de çatışma nedeni olabilecek konular sıralanarak analiz edilmektedir. Yazar, konularda barışçıl bir yöntem seçilmesini, ekonomik-siyasal bağımlılığın çatışma alanlarının çözümüne katkı sağlayacağı savının pratiği olarak görmektedir (s.210). Ancak, bu iki ülkenin dünyanın en çok enerji tüketen ülkeleri arasında olması, bundan dolayı enerji bağımlılıklarının artması ve buna ilave olarak su kaynaklarının azalması da gelecekte bu iki ülke arasındaki ilişkileri belirsiz hale getirmektedir. Bu belirsizliği oluşturan diğer etkenlerde kitapta sıralanmaktadır (s.211). Yazar çalışmada, Çin ve Hindistan arasında olacak bir iş birliğinde karşılıklı çıkar sağladıkları en önemli alanı enerji olarak değerlendirmektedir. Bununla birlikte küresel güçler de düşünüldüğü zaman bu iki ülkenin enerji alanında iş birliği yapmasının kaçınılmaz olduğu sonucuna varmaktadır. Yine yazara göre bu iki ülke arasındaki iş birliği ‘çok merkezli’ bir uluslararası sistemi teşvik ederek küresel yapıdaki olası bir değişimi yakından etkileyebilecek potansiyele sahiptir. Çalışmada incelenen ülkeler, geleceğin iki süper gücü olarak değerlendirilen Çin ve Hindistan’dır. Dünyanın bu iki süper gücünün bir de komşu olduğu düşünülürse aralarında doğal bir rekabet oluşması kaçınılmaz sonuçlardan biridir. Oğuş kitabında bu rekabet olgusunu iyi yakalamış ve analiz etmiştir. Yazar kullanmış olduğu ‘karşılıklı bağımlılık teorisini’ tanımladığı bölümde bu teoriye yöneltilen eleştirilere de yer vererek kendi içinde teorik açıdan bir değerlendirme barındırmaktadır. İki ülkenin tarihsel bir süreçten itibaren değerlendirme kapsamına alınması aralarındaki ilişkileri karşılıklı bağımlılık teorisine göre sağlıklı değerlendirebilme açısından faydalı olmuştur. Bu kapsamda çalışmanın bu iki ülke üzerinde çalışma yapacak olan araştırmacılara rehber niteliğinde olduğu ve bir yüksek lisans tezinin ötesinde etkili bir kitap niteliğinde olduğu değerlendirilmektedir.

Keywords