ULUM (Dec 2018)

Kant’ın Eleştirel Felsefesinde Ahlak, Tanrı ve Din

  • Nur Betül Atakul

Journal volume & issue
Vol. 1, no. 2
pp. 281 – 289

Abstract

Read online

Felsefe ve din, hayata dair en temel sorularımıza cevap bulmak ve böylece ona bizi tatmin edebilecek bir anlam yüklemek için başvurduğumuz iki farklı izah alanıdır. Bu sebeple, kendilerine yüklemiş olduğumuz bu önemli görevden ötürü her ikisi de hayatımıza dair aradığımız, kısaca hakikat diyerek ifade edilebilecek, ortak bir amaca yönelmiş gibi görünmektedirler. Söz konusu bu amaç ortaklığı sebebiyle her iki alanın birbirine yakınlaştığına, birbirlerini farklı yönlerden desteklediklerine, hatta kabul ettikleri yaklaşımlar elverdiği ölçüde birbirlerinden istifade ettiklerine tanıklık ederiz. Ancak iş hakikat iddia etmeye geldiği vakit bu iki alan arasında kaçınılması güç bir çekişmenin ortaya çıkması da muhtemeldir. Hal böyle olunca felsefe ve dinler tarihi alanları pek çok ortaklığa olduğu kadar çekişmeye de tanıklık eder ki bunlardan birisi de oldukça bilinen ve çokça tartışma konusu olan kritik felsefedir. Çalışmamız, çok güçlü bir hakikat iddiasında bulunan Kant’ın kritik felsefesinin, dinle büyük oranda çatışmacı bir ilişki içerisine girmek suretiyle benimsediği pozisyonu incelemeyi hedeflemektedir. Açıktır ki din sahası en uygun karşılığını Kant’ın ahlak düşüncesi içerisinde bulmaktadır, ancak belirtmek isteriz ki, tüm kritik felsefe, Kant’ın kullandığı terminolojiyle ifade edersek bir mimari olması itibariyle, bu konuyu ele almaktan geri kalmaz. Bu sebeple çalışmamızın içeriğini, Kant düşüncesine dair mümkün olduğunca uygun bir serimleme yapabilmek niyetiyle bu mimarinin üzerinde durduğu en önemli kısımları göz önünde bulundurarak oluşturduk. Kritik felsefenin mimari yapısı bu çalışmanın konusunu neredeyse zorunlu bir biçimde üç kısımda ele almamızı gerektirdi. Çünkü Kant, bu yapı uyarınca, kendi din yaklaşımını, düşüncesinin her momentinde konunun farklı bir kısmına –saf spekülatif, saf pratik, ampirik ve tarihsel yönler vb.- eğilmek suretiyle ortaya koymaktadır. Bunlar bizim konumuza, yani dine dair mutmain olabileceğimiz bir teşrih yapabilmemiz bakımından kritik felsefe içerisindeki en önemli alanlara karşılık gelmektedirler. Bu yüzden çalışmamızı üç parçaya ayırdık. Bunların ilkinde Kant’ın, bütün bir batı düşüncesine damgasını vuran onto-teolojiyi hedef alan itirazını içerecek şekilde tabii teolojiye dair ortaya koymuş olduğu eleştiriyi ele alacağız. Sonrasında Kant’ın, dini ihata edebilmek ve ona, tabiatın ve akıl sahibi varlıkların nihai ahlaki amacı göz önünde bulundurulduğunda belli bir değer atfedebilmek bakımından yegane alan olarak gördüğü ahlak felsefesini inceleyeceğiz. En son bölümde ise Kant’ın Kritikserisinde yer alan üç temel kitabı bitirdikten sonra yöneldiği son çalışmalarının temel mevzularından biri olan tarihsel din konusundaki tutumunu ele almaya çalışacağız. Bahsi geçen geç dönem eserleri Kritiklerinsiyaset, tarih, antropoloji ve pek tabii din gibi konulara tatbiki olarak düşünülebilirler. Bu sebeple son bölümdeki incelememiz kritik felsefenin amaçlarını ve başarılarını tahlil edebilmemiz açısından önem arz etmektedir. Çalışmamızın alanını bu şekilde belirledikten sonra bu tezle ulaşmak istediğimiz temel hedefin, Kant’ın düşüncesinin en temel momentlerini içerecek şekilde onun din ve bununla ilgili bir grup önemli kavrama dair fikirlerini tahlil etmek olduğunu söyleyebiliriz. Bununla beraber insanoğlunun alemle ve onun yaratıcısıyla ilgili en temel problemlerine dair çözüm getiren en uygun sistem olmak iddiasına dikkat çekmek suretiyle Kant’ın bakış açısına bir eleştiri getirmeye çalışacağız. Bu şekilde Kant düşüncesinin, transandantal idealizmin kabul edebileceği sınırlara çekilemeyecek olan tüm alternatif izah şekillerini ve pek tabii bilme yetileri aracılığıyla ihata edilemeyecek olanı yani irrasyoneli dışladığını ifade edebiliriz.Sanıyoruz ki batı felsefesinin köklerinin antik felsefeye dayandığı ölçüde monoteizm geleneğiyle de sıkı bağlantı içerisinde olduğunu hatırlatmaya gerek yoktur. Bu ikisi felsefenin sıklıkla birbirleriyle uzlaşamaz bileşenleri olarak anılırlar ki bu durum en açık ifadesini “Quid ergo Athenis et Hierosolymis?” sorusunda bulur. Yine de Tertulyanus’un itirazına rağmen batı felsefesi monoteizmle öyle girift bir ilişki içerisine girmiştir ki Kant felsefe tarihinde buna onto-teoloji diyerek işaret eden ilk isim olmuştur. Felsefe dini rasyonel kılabilmek için inkar edilemez bir çaba ortaya koymuş, din ise felsefenin bağrına çok önemli bir malzemeyi derç etmiştir ; felsefenin kendileri olmadan düşünülemeyeceği bir grup önemli kavramı. Böylelikle felsefe tarihi boyunca alemi en mükemmel ve en gerçek varlık olmak bakımından yaratan ve onun en yüce sebebi olan Tanrının eseri olarak izah eden geniş bir literatürle karşı karşıya kalırız. Saf Aklın Eleştisi’nde Kant’ın, tarihi boyunca bu tip doktrinal teorilerin ortaya çıkmasına zemin hazırlamış felsefeye acımasız bir eleştiri getirdiğini gözlemleriz. Kant’ın akıl eleştirisi, onun dine dair düşüncesinin başlangıç noktasını meydana getirir, ki akıl üst bilme yetilerimizden biridir ve Kant düşüncesinde, yapmış olduğu uslamlamaların neticesi olarak ulaştığı hatalı sonuçlardan yola çıkarak bahsi geçen doktrinal teorileri teşekkül ettirmekten sorumlu tutulur. Elbette ki bu eleştiri, eleştirel felsefedeki kurucu rolü sebebiyle onun eserinin en önemli kısımlarından biridir. Ancak onun batı felsefe geleneği içerisinde bir kırılma noktasını imlemiş olduğu düşünülse de Kant’ın eleştirisi ne tabii teolojinin ne de tarihsel dinin kategorik bir reddidir. Spekülatif aklın diyalektiğinin kaçınılmaz oluşunu iddia etmek suretiyle Kant, aklın spekülatif kullanımı aracılığıyla teoloji yapmanın imkansız olduğunu göstermeye çalışırken bu tip bir görevin aklın bu kullanımına üstünlüğü olan bir pratik kullanım için mümkün olduğunu savunur. Böylece biz tezimizin ilk bölümünde Kant’ın akıl ve tabii teoloji eleştirilerini, bunu sisteminde dine başka ve meşru bir zemin açmak için yaptığını, onu toptan ortadan kaldırma gibi bir gayesi olmadığını unutmadan ele aldık.İkinci bölümde aklın pratik kullanımını, felsefenin ufkuna dini sokmanın meşru yolu olarak ele alıp, bu kullanımın ahlak yasasının teminatı ve insanın kendisi aracılığıyla kendini tabiattan kaynaklanan zorunluluklardan azade görebildiği ve kendisini bir akıl dünyasının vatandaşı olarak tasarladığı umudun hamisi olduğuna vurgu yapmaya çalışacağız. Bu bölümün temel amacı eleştirel felsefeye göre ahlak dininin imkanı ve zorunluluğunu göstermek ve bu minvalde Kant’ın bize sunduğu argümanları ele almak olacak. Burada Kant’ın ahlakı konu alan iki eserini temel alacağız, Ahlak Metafiziğinin Temellerive Pratik Aklın Eleştirisi. Öncelikle, Kant’ın bir önceki bölümde aklın spekülatif kullanımı için imkanını olumsuz olarak ortaya koyduğumuz özgür nedensellikle garanti altına alınan ahlaka ne şekilde kapı açtığını inceleyeceğiz. Bu sebeple ikinci bölümümüze “pratik akıl nasıl olur da etkileri ampirik alanda görülebilecek pozitif bir yasamaya sahip olabilir?” sorusunu sorarak başlayacağız. Sonrasında en yüce iyinin gerçekleşebilmesi için gerekli olan iki bileşenini ele alacağız. Bu bakımdan ruhun ölümsüzlüğü ve Tanrı ideleri, pratik aklın iki postülası, ahlaki dini anlamamız konusunda tezimize anahtar kavram olarak konu olacaklar. Bu kısım Kant’ın din konusundaki niyetini anlayabilmemiz için bize çok önemli bilgiler sunacak, göreceğimiz gibi bu iki kavram aracılığıyla Kant dindeki, eleştirel felsefece dayatılan kriterlere uymayan irrasyonel ne varsa eleyerek onun teselli edici işlevini muhafaza edecek. Aynı zamanda o, dine ahlak yasasının gerçekleştirmeyi hedeflediği amacı garanti altına almak ve böylece onun karşı karşıya kaldığı tehlikeyi bertaraf etmek : onu ulaşılamaz bir hedefe yönelmek bakımından saçmaya düşmek tehlikesinden korumak gibi son derece önemli ve asli başka bir görev daha verecek.Tezimizin üçüncü bölümü daha az tartışılan ve görece daha az bilinen bir konuya hasredilecek. Burada Kant’ın tarihsel-kurumsal dinler karşısındaki tutumunu ele almaya çalışacağız. Bu bölümün Kant’ın din kavramını anlamamız için bize daha açık seçik bir perspektif sunacağına inanıyoruz. Bu bölümde ahlak dinine atfedilen biriciklik diğer tarihsel dinlerle karşılaştırılacak ve bu yolla insanlık ideali ve onun amacı için gördüğü hizmet mukabilinde ahlak dininin değer kazandığını göreceğiz. Üçüncü bölümde Kant’ın tarihsel dinler karşısındaki tutumunun ne düşmanca olduğunu ne de onları gözetmek gibi bir amaç güttüğünü tespit edeceğiz. Onun için tarihsel dini değerlendirmenin yegane kriteri ahlaki dindir ve Kant bu kriteri tarihsel dinin her bir unsuruna, bu unsurun onda nasıl bir rol oynadığına dikkat etmeksizin, uygular. Bu son bölümle birlikte, Kant’ın din kavramına dair düşüncesiyle ilgili güvenilir bir sonuca ulaştığımızı düşünüyoruz. Kant’ın kabul ettiği şekliyle bu kavramın eleştirel felsefenin tabii bir unsuru olduğunu ve eleştirel felsefe içerisine yeniden dahil edilen din kavramının bu düşünce içerisinde yapay ya da keyfi bir şekilde bulunmadığını savunuyoruz. Eleştirel felsefenin mimari yapısı göz önünde bulundurulduğunda bu kavramın Kant’ın temel planının bir parçası olduğunu ve sistemin iç dinamikleriyle çatışmadığını düşünüyoruz. Bu sebeple kanaatimizce pozitif kullanımlarıyla saf pratik aklın idelerinin yeniden Kant düşüncesine dahil edilmesi bir taviz değildir, aksine bunun eleştirel felsefenin amaçlarına ulaşmasında önemli bir yeri vardır. Ancak Kant’ın kabul ettiği şekliyle dini yeniden icat etmiş olduğunu ve ona dayattığı tek vazife olan ahlakın gereklerine hizmetin dinin diğer tüm işlevlerini ortadan kaldırdığını düşünüyoruz. Dinin bu şekilde dışlayıcı bir kullanımına gitmenin sonuç bölümünde ele alacağımız gibi ciddi sakıncalara yol açabileceğini düşünüyoruz.

Keywords