Hitit İlahiyat Dergisi (Dec 2023)

İmâmiyye Şîası’nda Tasavvuf Karşıtlığının Ortaya Çıkışı: Bir Mecmuanın Vikāyesindeki Şiî Ulemanın Tasavvuf Reddiyeleri Listesi ve Ḥadîḳatü’ş-Şîʿa’nın Nispetine Dair İddialar

  • Halil Işılak

DOI
https://doi.org/10.14395/hid.1323567
Journal volume & issue
Vol. 22, no. 2
pp. 675 – 701

Abstract

Read online

Bu çalışmada Meclis-i Şûrâ-yi İslamî Kütüphanesi’nde bulunan 521 numaralı mecmuanın vikāyesindeki tasavvuf muhalifi bir Şiî âlimin kaleme aldığı notlar neşredilecek ve bu notların yaslandığı fikrî zemin tahlil edilmeye çalışılacaktır. Vikāyedeki notlar iki kısımdan oluşmaktadır. İlk kısımda 11./17. asrın ikinci yarısında yazıldığını tahmin ettiğimiz Kifâyetü’l-ʿÂḳilîn fî Maʿrifeti’l-Mübtedeʿîn isimli risaleden Şiî âlimlerin tasavvuf düşüncesi aleyhine kaleme aldıkları tasavvuf reddiyelerinin listesine dair kısa bir nakil, ikinci kısımda ise Şiî gelenekte yazılmış ilk ve en meşhur tasavvuf reddiyelerinden birisi olan ve günümüze kadar yazarının kim olduğuna dair yoğun tartışmaların yaşandığı Ḥadîḳatü’ş-Şîʿa isimli eserin nispetine dair oldukça önemli bilgiler yer almaktadır. Vikāyedeki notların ne zaman ve kim tarafından yazıldığına dair metin içinde herhangi bir veri bulunmamaktadır. Kifâyetü’l-ʿÂḳilîn günümüze ulaşmamıştır ve kaynaklarda hakkında herhangi bir bilgi bulunmamaktadır. Fakat metin içi veriler bu eserin tasavvuf muhalifi meçhul bir Şiî âlim tarafından 11./17. asrın sonlarına doğru yazıldığına işaret etmektedir. 11./17. asırda İran merkezli olarak tasavvuf muhalifi Şiî âlimler, Şiî ulemanın tarihî süreçte mutlak olarak tasavvuf düşüncesine karşı olduğunu temellendirme adına eserlerinde tasavvuf reddiyeleri listeleri oluşturmuşlardır. Ayrıca Safevîler öncesi Şiî ulemanın akaid, hadis ve rical gibi alanlarda kaleme aldıkları ve sûfîlerle ilişkilendirilebilecek sadece birkaç cümlenin bulunduğu metinler de bu reddiyeler listesine dâhil etmişlerdir. Bu listeler sayesinde Şiî ulemanın tarihî süreçte istisnasız bir şekilde tasavvuf muhalifi olduğuna dair bir anlatı inşa etmeye çalışmışlardır. Kifâyetü’l-ʿÂḳilîn isimli risalenin de böyle bir amaç için kaleme alındığı anlaşılmaktadır. Bu risalede bir kısmının akıbeti hakkında bilgimizin bulunmadığı onlarca tasavvuf reddiyesine yer verilmiştir.Vikāyedeki notların ikinci kısmında 10./16. asrın meşhur Şiî âlimlerinden Mukaddes Erdebîlî’ye (öl. 993/1585) nispet edilen ve günümüze kadar nispet sorunu çözülememiş Ḥadîḳatü’ş-Şîʿa’yla ilgili oldukça önemli bilgiler yer almaktadır. Yazarın iddiasına göre Muhammed Tâhir Kummî (öl. 1098/1687) Tüḥfetü’l-Aḫyâr isimli eserinde Ḥadîḳatü’ş-Şîʿa’nın Erdebîlî’ye ait olduğunu ifade etmiştir. Ayrıca yazar kendi döneminde Ahmed Beg Yûzbâşî (11/17. asır) isimli bir kişide Ḥadîḳatü’ş-Şîʿa’nın Erdebîlî zamanında istinsah edilmiş bir nüshasının bulunduğunu iddia etmiştir. Bunun yanında Ḥadîḳatü’ş-Şîʿa ile Kâşifü’l-Ḥaḳ isimli eser arasındaki ilişkiye dair önemli bir iddiada bulunmuş ve “Hindistan’ın Haydarâbâd şehrinde bir sahaf dükkânında Ḥadîḳatü’ş-Şîʿa’nın bazı kısımlarından seçilerek yazılan ve pek çok yerde yazarının zamanında yazıldığı zannedilen bir kitap görüldü” sözleriyle Kâşifü’l-Ḥaḳ’kın Ḥadîḳatü’ş-Şîʿa’nın tahrif olmuş şekli olduğunu ileri sürmüştür. Tarihi süreçte Ḥadîḳatü’ş-Şîʿa ile Kâşifü’l-Ḥaḳ ilişkisine dair oldukça hararetli tartışmalar söz konusu olmuştur. Genel kanaate göre Ḥadîḳatü’ş-Şîʿa, sûfîler aleyhine metinler üreten meçhul bir Şiî âlimin Kâşifü’l-Ḥaḳ’tan sûfîlere dair müsbet ifadeleri çıkarması, metne tasavvuf düşüncesi aleyhine bir reddiye risalesi eklemesi ve yeni kitabı Şiî gelenekteki öneminden dolayı Erdebîlî’ye nispetle Ḥadîḳatü’ş-Şîʿa olarak isimlendirmesiyle meydana gelmiştir. Ḥadîḳatü’ş-Şîʿa yazarı, birkaç küçük ayrıntıyı hariç tutarsak yaptığı tahrifata dair neredeyse geriye hiç iz bırakmamıştır. Fakat Erdebîlî’nin hiçbir eserinde Ḥadîḳatü’ş-Şîʿa’ya atıf yapmaması ve daha da önemlisi 1060/1650 yılına kadar başta rical ve fihrist eserleri olmak üzere hiçbir Şiî âlimin onun böyle bir eserinden bahsetmemesi bu eserin Erdebîlî’ye nispetini şüpheli hale getiren önemli unsurlardı. Bunun yanında eserin Erdebîlî’ye ait olmadığını gösteren en önemli verilerden birisi de Mirzâ Mahdûm eş-Şîrâzî’nin vefatından bahsedilmesidir. İlk el kaynakların önemli bir kısmında Mirzâ Mahdûm’un vefat tarihi olarak 995/1587 yılı verilmektedir. Erdebîlî ise 993/1585 yılında vefat etmiştir. Dolayısıyla Erdebîlî’nin Mirzâ Mahdûm’un vefatından haberdar olması mümkün değildir. Bu da eserin Erdebîlî’ye ait olmadığına dair en önemli verilerden birisidir.