Cumhuriyet İlahiyat Dergisi (Dec 2019)
Endülüs’ü Hanefî Mezhebi İle Tanıştıran İlk Fakih: Abdullah b. Fer-rûh ve Öğrenci Silsilesi
Abstract
Müslümanlar arasında en fazla müntesibi bulunan mezhep Hanefîliktir. Mezhebin bu kadar taraftar bulmasında, çeşitli sebeplerin yanında mezhebin usul ve esaslarını nesilden nesile aktaran öğrenci silsilesinin bulunması da zikredilir. Doğu ve Batı topraklarında eş zamanlı başlayan İslam fetihlerinin kalıcı olabilmesi için buralara İslam ahlakı ve adabını öğreten şahıslar da gönderilmiş, onlara ibadetler ve günlük hayatı kuşatan ahlak ve fıkıh da öğretilmiştir. Hicri II. yüzyıldan itibaren Irak, Medine, Şam gibi merkezlerde başlayan mezhepleşme süreci, doğal olarak Batıdaki coğrafyaya da sıçramıştır. Doğu’daki medreselerde eğitim alan birçok fakih, aldıkları bu eğitimi Batı’da yeni fethedilen topraklara nakletmişler, böylece mezhepleşme olgusunun Doğu ile Batı’da aynı anda başlamasında etkili olmuşlardır. Bu dönemde, Ebu Hanîfe’nin ve öğrencilerinin de bulunduğu birçok müctehidin görüşleri fethedilen yeni bölgelere yine öğrencileri aracılığı girmeye başlamıştır. Bu makalede, Endülüs’ün fethi öncesinde mezhep olgusu, Hanefî mezhebinin Endülüs bölgesine girişini hazırlayan sebepler, Ebu Hanîfe’nin ictihadlarının naklinde büyük hizmetleri bulunan Abdullah b. Ferrûh’un hayatı, ilmî kişiliği, mezhebin yayılmasına olan katkıları ve kendisinden sonraki talebe silsilesi ve bölgede Hanefîliğin etkisini kaybettiği yılları içeren kısa bir seyir takip edilerek mezhebin Endülüs’teki tarihçesi ortaya çıkarılmaya çalışılacaktır. Özet: Müslümanlar arasında en fazla müntesibi bulunan mezhep Hanefîliktir. Hanefî mezhebinin diğer mezheplere oranla daha çok yayılması ve taraftar bulması tesadüfi bir durum değildir. Halen müntesibi bulunan dört mezhebin imamları arasında en kıdemlisi, ticarî ve gündelik hayat hakkında en fazla tecrübeye sahip olması, dirayetli öğrenci silsilesine sahip olması ve Ebu Hanife'ye (ö. 150/767) ait fıkhî yorumların öncelikle öğrencileriyle müzakere edildikten sonra karara bağlanmasının bu yayılmada etkili olduğu belirtilir.Doğu ve Batı topraklarında eş zamanlı başlayan İslam fetihlerinin kalıcı olabilmesi için buralara İslam ahlakını öğreten şahıslar da gönderilmiş, böylece ibadetler ve günlük hayatı kuşatan ahlak ve fıkıh da öğretilmiştir. Vatandaşları arasındaki adaletin temini, devletin temel görevi sayıldığı için hukuk işlerinin düzenli, dinamik ve sistematik olmasını gerektirir. Bu amaçla hem Medine'de hem de yeni fethedilen bölgelerde toprakların yönetimi, kullanılması, dağıtımı, gayr-i müslimlerle evlenme, ticaret vb. yeni ortaya çıkan hukukî muamelelerin çözümlenmesi için bugünkü adalet bakanlığına benzer bir kurum olan kadılık ihdas edilmiştir.Hicrî II. yüzyıldan itibaren Irak, Medine, Şam gibi merkezlerde hem ibadet hem de muamelat meselelerini ilgilendiren konularda teorik ve pratik çözüm üreten fıkıh ekolleri, yüzyılı aşkın bir zaman diliminden sonra mezhepleşme sürecini tamamlamıştır. Doğu’daki medreselerde eğitim alan birçok fakih, aldıkları bu eğitimi Batıda yeni fethedilen topraklara nakletmişler, böylece mezhepleşme olgusunun Doğu ile Batı’da aynı anda başlamasında öncülük etmişlerdir.İslam fıkhı, Endülüs'te başlayan fetih süreciyle birlikte ortaya çıkan meseleleri, öncelikle bölgedeki bağımsız fakih, kadı ve müftüler aracılığı ile çözmüştür. Endülüs’ün Hanefî mezhebi ile tanışması ise 710 yılında başlayan fetihten çok sonralarına tesadüf eder. Vefatından sonra, talebesi İmam Ebu Yusuf’un başkadı olmasıyla hocası Ebu Hanîfe’nin görüşleri daha da önem kazanmış, yöneticiler de Hanefî mezhebini resmi mezhep kabul etmişlerdir. Ebu Yusuf’un, uygulamada birliğin sağlanması adına Hanefî mezhebine meyilli kadılar ataması, kadıların tabi olacakları kaidelerin belirlenmesi ihtiyacını doğurmuştur. Bu sebeple Ebu Hanîfe’ye kadar gelen fıkhî görüşlerin el kitabı mahiyetinde kitaplaştırılmasına başlanmıştır. Ebu Hanife'nin talebeleri de z-h-b kelimesinin kök manalarından birisi olan altın madenine sahip çıkarcasına hocalarının görüşlerine/zehabına sahip çıkmışlar, altın değerindeki bu ictihatlar da rağbet görmüş ve taraftar bulmuştur. Ebu Hanîfe’nin içtihatlarını yazıya geçirmeye ve çoğaltmaya başlayan ilk talebesi İmam Muhammed'dir. İmam Muhammed’in kitaplaştırdığı hocasının bu görüş ve kanaatleri öncelikle Irak, Şam, İran, Horasan bölgesinde yayılmış, daha sonra da Ağlebîlerin yönetimi altındaki Kuzey Afrika’ya da ulaşmıştır.Aynı dönemde, Batıdan ilim tahsil etmek üzere günümüz ölçümüyle altı bin beşyüz km. lik yolu türlü zahmetlerle aşarak Irak topraklarına gelen ve Ebu Hanîfe'nin vefatından beş sene öncesine kadar ondan ilim tahsil eden Abdullah b. Ferruh da hocasının bu görüşlerinin yazıya aktarılması bilinciyle kendi ifadesine göre on bin meseleyi yazarak Endülüs’e dönmüştür. Abdullah b. Ferrûh’un Irak’tan Endülüs’e döndüğü tarih olan 767 tarihinden itibaren Hanefîlik yavaş yavaş bu coğrafyaya girmeye başlamıştır. Böylece o bir fakih olarak resmi kadılığı kabul etmese de öğrendiklerini aktarmaya ve fahri olarak uygulamaya koymaya başlamıştır. Aslında mezhebin Batı istikametinde yayılması ve tanıtılmasında üstün gayret sarfetmiş olan Abdullah b. Ferrûh, Emevî-Abbasî siyasi çekişmelerinin de etkisiyle bölgede Malikî mezhebinin üstün duruma getirilmesi sebebiyle Ebu Hanife'nin diğer öğrencileri kadar meşhur olamamıştır.Hanefîliğin Batıdaki bu yayılışına rağmen, Hanefîlik denilince akla genellikle Doğu coğrafyaları gelmektedir. Kadı İyâz (ö. 544/1149), İbn Ferhûn (ö.799/1397), Muhammed Ebu Zehre (ö.1974), Hentâtî gibi âlimler bu mezhebin çok kısa süreli Batıda da tanındığı ve belli bir süre etkili olduğunu zikrederler. Buna karşılık Makdisî (ö. 380/999), hicri üçüncü yüzyılın ikinci yarısına kadar Hanefîliğin Endülüs'te var olduğunu ve en az Mâlikîlik kadar yaygın olduğundan bahseder. Şarkiyatçı Lévi Provençal (ö.1956) ise, Hanefîliğin Endülüs'e hiç uğramadığını iddia eder ki, bu görüşün isabetli olmadığı yukarıdaki nakillerden anlaşılabilir. Ayrıca, bu makalede zikredilen öğrenci silsilesinden Hanefî mezhebinin bölgede küçümsenemeyecek bir süre varlığını ve etkisini koruduğu anlaşılmaktadır. Çünkü Endülüs’te birliğin sağlandığı 756 tarihinden 13. yüzyıla kadar, yani yaklaşık beşyüz yıl bu mezhebin görüşlerinin kısmen resmî düzeyde de olsa, özellikle ulema ve halk nezdinde bilindiği, tanındığı ve takip edildiği anlaşılmaktadır. Bu mezhebin resmi mezhep olmaması ya da kitaplarının rağbet görmemesi nedeniyle de mezhebe ait temel eserlerin fazla çoğaltılma fırsatı bulamadığını söylemek mümkündür.Hanefî mezhebinin Endülüs'e hiç girmediği veya kısa bir süre kaldığı şeklindeki görüşlerin aksine bu mezhebin bu coğrafyaya ilk olarak Ebû Hanîfe’nin ders halkasına beş yıl iştirak eden Abdullah b. Ferruh ile nakledildiği, sonrasında onun yetiştirdiği öğrencileri aracılığı ile ilim meclislerinde uzun süre varlığını sürdürdüğü anlaşılmaktadır. Bu çalışmada, Hanefîliğin Endülüs’e ilk defa girişinde büyük paya sahip olan Abdullah b. Ferrûh'un hayatı, ilmî dirayeti ve talebeleri hakkında tabakât ve terâcim türü eserlerde dağınık vaziyetteki bilgiler bir araya getirilmiş, bu bilgilerin yardımıyla Endülüs’e Hanefîliğin girişi, toplumsal hayatta kabul görme sebepleri ve ömrü gibi hususlar özet halinde sunulmaya gayret edilmiştir.
Keywords