Cumhuriyet İlahiyat Dergisi (Jun 2021)

Tefsirlerde Müşriklerin İnkâr Sebebi Olarak Şirki Allah’ın Meşietine Bağlama Sorunsalı

  • Muhammed Ersöz

DOI
https://doi.org/10.18505/cuid.854831
Journal volume & issue
Vol. 25, no. 1
pp. 93 – 113

Abstract

Read online

Kur’ân’da, inkâr edenlerin çeşitli bahaneler ileri sürerek inanmamakta ısrar ettiklerine değinilmektedir. Bunlardan bir tanesi de inkârcıların, şirki Allah’ın meşietine bağlamalarıdır. İnkâr edenler niçin iman etmedikleri sorulduğunda Allah’ın dilemesi olmadıkça inkâr edemeyeceklerini savunmaktadır. Öte yandan Kur’ân’da müşriklerin söyledikleri sözlere benzeyen ifadeler bizzat Allah’a da isnat edilmektedir. Âyetler arasındaki böylesi paradoksal görünüm konunun detaylı incelenmesini gerektirmektedir. Çalışmada bu ifadelerin inkârcılar tarafından kullanılma sebepleri ve âyetlerin tarihsel bağlamları ortaya konulmaya çalışılacaktır. Ayrıca konunun meşietle alakalı olması sebebiyle şirki Allah’ın meşietine bağlayan ifadelerin mutlak anlamda doğru bir önerme olup olmadığı tartışmasına değineceğiz. Çünkü her iki görüşe göre âyetlerin yorumları değişmektedir. Bunun yanında inkârcıların bu sözlerinde samimi olup olmadıkları da yoruma etki eden bir unsurdur. Ehl-i sünnet âlimleri bu önermenin mutlak anlamda doğru olduğunu, inkârcıların bu cümleyi alaycı tavırla söylediklerini savunmaktadır. Buna karşın Mu’tezili âlimler önermenin mutlak olarak yanlış olduğunu ve inkârcıların bu sözü inanarak söyledikleri görüşündedir. Ayrıca Mu’tezile her iki âyetteki meşietin mahiyetlerinin farklı olduğunu düşünürken Ehl-i sünnet âlimler her iki meşietin aynı mahiyete sahip olduğunu düşünmektedir. İnkâr edenlerin, inkârlarını Allah’ın meşietine bağlamaları ilk bakışta alay eden ve Allah’ın kendilerinden razı olduğunu zanneden bir tavır gibi görünse de gerçekte bunun sebebi kaderi inkâr ederek cebre yönelmeleri, nübüvvete ve ahiret gününe inanmıyor olmalarıdır. Çünkü “Allah dileseydi biz şirk koşmazdık” demek atalarından tevarüs ettikleri bu inanca Allah’ın rıza gösterdiği ve onları mevcut inançları üzere bıraktığı kanaatine dayanmaktadır. Atalara bağlılık mutlak anlamda kötü bir durum değildir. Ancak atalara bağlılık nübüvvet kanalıyla olursa sahih bir imana yönlendirmekte ve imanın sağlıklı biçimde sonraki nesillere aktarılmasını sağlamaktadır. Diğer taraftan din adına gelenekselleşmiş uygulamaların bir süre sonra dinin ruhuna aykırı bir uygulamaya dönüşmesiyle ayrı bir din anlayışına dönüşmesi durumunda atalara bağlılık, inkâra götüren bir unsur olmaktadır. Atalarının da bu inanca sahip olmalarına rağmen dünyada gayet refah bir hayat sürmüş olmaları onların ahirete inanmadıklarını da ortaya koymaktadır. Çünkü onların düşüncesine göre ataları doğru yol üzerinde olmamış olsaydı Allah’ın, onları bu dünyada cezalandırması gerekirdi. İnkârlarını Allah’ın meşietine bağlamalarının diğer bir sebebi nübüvvet inançlarının olmamasıdır. Çünkü onlara göre sadece Allah’ın meşietine bağlı olan imanları için nübüvvetin etkisi olmadığı gibi buna ihtiyaç da bulunmamaktadır. İncelediğimiz ayetlerdeki önermelerin doğru bir önerme olup olmadığını belirleyen en önemli unsur, cümlenin bağlamı ve önermeyi kullanan kişilerin niyetidir. Yani inkârı meşiete bağlamanın anlamı ve değeri muhataba göre farklılaşmaktadır. Çünkü kişi hak bir sözle batılı kastedebilmektedir. Bunun için kullanılan farklı bağlamlarda kullanılan aynı ifade, bağlam ve maksat farklılığından dolayı hak da batıl da olabilmektedir. En’âm suresi 148. âyette dikkat çekildiği gibi iman etme, şirki ve isyanı terk etmeye imkânı ve gücü olan bir kişinin, Allah’ın verdiği bu imkânı ve gücü yok sayarak ve şirk gibi Allah’ın razı olmadığı bir amelden razı olduğunu ima ederek “Allah dileseydi biz şirk koşmazdık” demesi ayette ifade edildiği yalan ve batıl bir iddia olmaktadır. Diğer taraftan En’âm suresi 107. âyet ve Yunus suresi 99. âyette dikkat çekildiği gibi inkâra düşen ve mevcut durum karşısında çaresiz olan ve iman etmemeleri sebebiyle aşırı bir sorumluluk duygusu altında ezilen peygamberimizi teselli mahiyetinde inkârcılara karşı tek görevinin hakikati tebliğ etmekten ibaret olduğunu, onların vekili ve gözetleyicisi olmadığını ve özellikle onları imana zorlamaması gerektiğini bildirmek için imtihanın bir gereği olarak şirk koşmalarına şimdilik izin verdiğini ve insanları imana zorlamadığını kastederek “Allah dileseydi onlar şirk koşamazlardı” “Allah dileseydi yeryüzündekilerin hepsi iman ederdi” denmesi bu gerçeği ortaya koymaktadır. Dolayısıyla her bir farklı durum Allah’ın meşietiyle alakalı hakikatin farklı bir boyutuna işaret etmektedir.

Keywords