Cumhuriyet İlahiyat Dergisi (Dec 2019)

Geçmişten Günümüze Kadın Tasavvurunun İnançla Birlikte Seyri: Freud, Jung ve Fromm’un Kadına Dair İzdüşümleri

  • Gülüşan Göcen

DOI
https://doi.org/10.18505/cuid.547743
Journal volume & issue
Vol. 23, no. 3
pp. 1121 – 1141

Abstract

Read online

Bu makalenin amacı, genel yaklaşımla ilk dönemlerden bugüne kadın algısından başlayıp, günümüze ulaşmış psiko-sosyal birikimin modern psikolojinin önde gelen kuramcıları tarafından nasıl ele alındığını, onların kadın tanımlamalarına bu külliyatın nasıl yansıdığını ortaya koymaktır. Kadının tarih boyunca birincil kaynaktan değil, karşıya yansımalarından ele alındığı düşünülürse kadın anlatımlarının en köklü izlerinin sözlü kültür üzerinde bulunduğu ve yazılı metinlere uzanan kısımlarının da sembol, metafor, mazmun, hikaye üzerinden olduğu görülür. İlk insanlara dair sözlü ve kısmen yazılı kültür içinde olan mitler (hikâyeler), her ne kadar kutsal öyküler olsalar da insan tasavvuruna dair de veriler sunacaktır. Çünkü kısıtlı bir imkânla insanın sonsuzu anlama çabasından, tanrı/tanrıça ontolojilerinden daha çok insanın ne düşünüp ne hissettiği nasıl anlamlandırdığı anlaşılmaktadır. Buradan hareketle iki bölümden oluşacak makalemizde, evvela insan doğasına özgü bir semboller sistemi ve kültürel bir kod birikimi olarak bilinçte veya bilinçdışında etkinliğini sürdüren Tanrı tasavvuruna yansıtılanlar içinde özellikle tanrıça algısına değinilerek genel hatlarıyla mitoloji, psikoloji ile inanç dünyası üzerinden kadın tasavvuru betimsel bir üslup ile ele alınacaktır. İkinci bölümde ise bugünün insanbilimcileri tarafından kadını anlamaya dair tüm yazılı ve sözlü bilgilerin modern psikolojinin bakış açısı ile nasıl yorumlandığı Freud, Jung ve Fromm gibi kuramcılar özelinde detaylıca incelenecektir. Nihayetinde ise geçmiş ve geleceğin bilgi, deneyim ve duygularla aktif bir ilişki içinde olduğunun, kadın algısı ve yaklaşımının zamanlar içinde sürekli güncel kaldığı ve bu meselenin içinde mitoloji, psikoloji ve dinin de önemli faktörler olduğunun altı çizilmiş olacaktır.Özet: İnsan; tarihsel, zamansal ve mekânsal sıfatları Tanrı için de kullanmıştır. Sonlu olan insan, sonsuz olan Tanrı hakkındaki bu düşüncelerini analoji aracılığıyla ifade etmiştir. İnsan tecrübesinin ürünü olan bu analojilerdeki Tanrı tasavvurlarında erkek cinsiyetinin baskınlığı görülse de, dişil tanrılar yani tanrıçalar da az değildir. Belirgin biçimde erkek egemen bir toplumda tanrıça tasavvurunun nasıl öne çıktığı dikkat çeken bir husustur. İçsel ve dışsal dünyada dengenin daimi olarak sağlanması ve evrenle uyum içinde yaşanmasını konu edinen mitlerde Toprak Ananın kadın simgesi üzerinden anlatılması, Tanrı’ya atfedilen dişil özelliklerin anlaşılması için önemli bir bilgidir. Kültür tarihçilerine göre çetin hayat şartları içinde ava giden ya avlayan ya da avlanan erkeklere kıyasla nesli çoğaltma yeteneğine sahip kadının doğurganlık gücü, kadın- erkek tanrı-tanrıça arasındaki ibrenin yönünü değiştirmiştir.Kadın konusu da tarihsel süreç içerisindeki aktarılmış yaşanmışlıktan etkilenmektedir ve geçmiş dönemlerdeki "kadın algısı”nın bugüne yansımalarının olacağı da, yadsınamaz bir gerçektir. İnsanlık tarihi içinde kadınla ilgili çarpıcı nitelendirmeler sembol dilde kutsal ifadelerinde de görülür. O sebeple öncelikle kutsalın tasavvuruna daha sonra o tasavvura yüklenmiş dişil anlama bakmak yerinde olacaktır. Bu araştırmanın amacı, iki maddede toplanabilir: a) ilk zamanlardaki Tanrı tasavvurunu konu edinen mitlerden de yardım alarak o hikâyelerle aramızda yüzlerce yıl fark olmasına rağmen bugünün kadın algısı, anlatı ve anlama şeklinin psikolojik, sosyolojik ve dini açıdan yansımalarının genel çerçevesini anlamaya çalışmak, b) İnsan doğasına özgü bir semboller sistemi olan mitoloji ile insanın psikolojisi arasında bağ kuran ve bunu din psikolojisini de kullanarak ele alan Freud, Jung ve Fromm’un yaklaşımlarındaki kadın tasavvurunu ortaya çıkarmaktır.İlk dönemlerde gerek Uzakdoğu ve Ortadoğu mitlerine ve gerekse Antik Yunan mitolojisine bakıldığında, tanrıların soyut kişilikleri olan, tümüyle metafizik yaşam süren, dünyadan uzak, doğaüstü varlıklar olmadığı görülür. Burada dikkati çeken nokta; Tanrı ve Tanrıçaların hem erkek hem de kadına örnek olarak gösterildiği gerçeğidir. Psikolojik açıdan dini ele alan psikologlar, Tanrı tasavvuruna dair ilk çıktıların davranışla değil, duyguyla ortaya çıktığını söylemektedir. Duyguların aktarımında sırasında da söz konusu duyguya ilişkin cinsiyet atıfları da aktarılmaktadır. Dolayısıyla tarih boyunca felsefeciler, kültür ve dinler tarihçileri, ilahiyatçılar, antropologlar, arkeologlar, psikolog ve sosyologlar, Tanrı ya da Tanrıça kültünü konu edinirken bu aktarıma katkı sağlamış olmaktadır. Zaman içerisinde Tanrı kavramı varlığını sürdürürken Tanrıça kavramının kullanımın azalması da dikkat çekicidir.Medeniyet tarihçileri, tanrıçadan tanrıya geçiş sürecini özelikle semavi dinlerin otaya çıkmasının hızlandırdığını iddia ederler. Onlara göre politeist bir Tanrı tasavvurundan, monoteist bir Tanrı tasavvuruna geçilen bu dönemde, Tanrı algısındaki niceliksel değişim, niteliksel bir değişimi de beraberinde getirmektedir. Fromm’a göre bu güç devşirmesi sürecinde ana ve dişil (kadın) merkezli bir dinden baba ve eril (erkek) merkezli bir dini yaşantı/ Tanrı tasavvuruna geçiş olmuştur. Ona göre insanlık gelişiminin ikinci aşamasında “toprak ananın çocukları göksel babanın çocuklarına” dönüşmüş, annenin koşulsuz sevgisinden babanın yetkeci sevgisine, bütünleyici ve kuşatıcı bir tanrıça tasavvurundan, doğası gereği isteklerde bulunan ilkeler ve yasalar koyan, erki tutan ve erki bırakacak halef arayan otoriter bir Tanrı tasavvuruna geçilmiştir.Hz. Adem’i doğru bildiğinden uzaklaştıran ve onun cennetten kovulmasına sebep olan kadın algısının özellikle tek tanrılı dinlerin olduğu coğrafyalarda yayılması, semavi dinlerin kadına bakışının olumsuz olduğu düşüncesini pekiştirmiştir. İslam da dâhil tüm semavi dinlerin kadına karşı olumsuz bir yaklaşım iddialarıyla karşılaşmasının nedeni, var olan ya da ilk hali kaybedilmiş asli dini kaynaklardan çok, o dinin beşeri kaynaklarına müracaat edilmesinden doğmaktadır.Oidipus Kompleksi, Freud’un din ve ahlâk gelişimini açıklayan; onun psikolojisinin temelini oluşturan, aslına bakıldığında insan davranışlarını açıklarken, cinslerin farklılığını ve bunlardan doğan istek ve ihtiyaçların akışı ya da akamayışıyla irtibatlandıran çok önemli bir savıdır. Eril ya da dişil kişinin biyolojisinde en güçlü iki güdü olan cinsellik ve saldırganlığa işaret eden Freud’a göre; yeni dünyaya gelmiş insanın ilk üç veya beş yılı -ki bu kişiliğin en temel kısmının oluştuğu dönemdir- kendilik tanımı, cinsiyetinden (hem biyolojik hem de sosyo kültürel açıdan) son derece etkilenir. Zeus ve oğulları arasındaki var olma mücadelesindeki baba-oğul çatışmasını, Musa ve Tektanrıcılık’ta (1998c) ve Totem ve Tabu (1998a) adlı eserinde de öne çıkaran Freud, iki eril karakter üzerinden dinin ve insanın kökenine dair açıklamalarda bulunur. Oğul var olmak için babasına karşı, kız ise egemen olunan dünya olmak için annesine karşı mücadele eder.Tanrı kadar tanrıça tasavvurunu da önemseyen Jung, buna sadece bir politeizm ya da sosyo kültürel bir açıklama veyahut ilkel bir zihnin çocuksu tezahürleri olarak yaklaşmaz. Tanrıçaları kişinin içindeki arketiplerin bir yansıması olarak kabul eder. Onun (1999) için insanın kendisi, tarihin belli bir dönemiyle birebir ilintilendirilemez. Eril kişinin dişil bir yanı; dişi kişinin eril bir yanı vardır ve bunlar birbirini bütünlediğinde bir birlik ortaya çıkmaktadır. Fromm’a göre ise, öncelikle kadın ve erkek diye yapılan bir taksonomi, “biyolojik” merkezli bir yaklaşımdan önce “sosyolojik” merkezli bir yaklaşımdır. Bir teolojiden çok Fromm’a (1995) göre resmin bütününde bireylerin, kendi istek ve ihtiyaçları yani psikolojileri vardır. Ana (kadın) merkezli bir dinden, baba (erkek) merkezli bir dini yaşantı ve Tanrı tasavvuruna geçiş; insanlığın değil, aslında özde insanın en önemli kırılma/evrilme noktalarındandır. Sonuç olarak denebilir ki kutsalın geçirdiği niceliksel ve niteliksel değişimler veyahut ilk toplumlardaki Tanrıça tasavvurunun yoğun ve gündemdeki tazeliği ve merkeziliğinin psikolojik, sosyolojik, dini, manevi, ekonomik, siyasi ve kültürel değişimden sonra bugüne geldiğini incelemek, insanlık hikâyesini doğru anlamak için önemli bir noktadır.

Keywords