Cumhuriyet İlahiyat Dergisi (Jun 2019)

Kur’ân’da Hitabın Geçişliliğinin İmkânı

  • Muhammed İsa Yüksek

DOI
https://doi.org/10.18505/cuid.508918
Journal volume & issue
Vol. 23, no. 1
pp. 273 – 290

Abstract

Read online

Kur’ân’da bir kişiye veya gruba yapılmış hitapların diğer kişiler veya gruplar için örtük mesajlar taşıması, klasik tefsir literatürü açısından mümkündür. Modern dönemde ortaya çıkan bazı yaklaşımlara göre ise hitabın ne zaman ve kime yapıldığı; anlamı sadece belirlememekte, aynı zamanda sınırlandırmaktadır. Bu ikilem, teorik boyutta temellendirilmesi gereken bir hüviyet arz etmektedir. Hitabın doğrudan muhatabından diğerine geçişliliğinin en belirgin örneğini, kâfirlere-müşriklere yapılmış hitapların müminlere geçişliliği teşkil etmektedir. Bundan dolayı bu çalışmada; Kur’ân’da hitabın geçişliliğinin imkânı, kâfirlere-müşriklere yapılan hitapların müminlere dönük iletileri bağlamında ele alınacaktır. Kur’ân’da hitabın geçişliliği meselesinin bir yönü, Kur’ân’ın hitaplarda takip ettiği üslup ile açıklanabilir. Ancak konunun dilbilimsel açıdan da temellendirilmesi gerekmektedir. Nitekim hitabın genişlemesi, bazen lafızların delâletleri ile bazen dilin imkânları ve edebî yönleri ile bazen de analitik bir çabayla söz konusu olabilmektedir. Bu çalışmada, ilgili örnekler analiz edilerek Kur’ân’da hitaplar arasındaki geçişliliğin üslup açısından mümkün olduğu ortaya konulacaktır. Bununla birlikte çalışmada, meselenin dilbilimsel yönleri ile alakalı yöntem tespitleri ve önerileri yapılmaya çalışılacaktır.Özet: Kur’ân’ın Allah’ın hitabı olduğu söylemi, klasik literatür ile modern dönemde ortaya çıkan bazı anlam teorilerinde farklı yankılar bulmaktadır. Klasik usûl ve belâgat kaynaklarında; hitabın mahiyeti, keyfiyeti, şartları ve çeşitleri etrafında teorik bir çerçeve çizilerek Kur’ân’da yer alan hitapların çeşitleri, delâletleri ve kapsamları konu edilirken modern dönem bağlamsalcı yaklaşımlarda hitabın anlaşılmasının bağlamsal bilgileri bilmeyi zorunlu kıldığı dolayısıyla hitabın kitap olarak okunması ile anlamın buharlaşacağı ileri sürülmektedir. Çünkü bu yaklaşımlara göre hitabın kitaba (sözlü kültürün yazılı kültüre) dönüşmesi ile anlam metinde aranmakta, böylece Kur’ân asli anlamından uzak, konuşturulan bir dizgeye dönüştürülmektedir. Kur’ân’ın neyi değil, niye söylediğinin bilinmesi ise bir hitap olarak indirilen Kur’ân’ın bütün bağlamsal unsurları ile kavranmasına bağlıdır. Aslında âyetlerin hangi olaylara ilişkin veya ne zaman ve kim hakkında nazil olduğuna dair bilgiler, klasik tefsir literatüründe âyetlerin anlaşılmasında öncelikli olarak göz önünde bulundurulan verilerdir. Ne var ki klasik tefsir algısı, bu verileri dinin bütünlüğü, ahkâm ve tecrübe edilen gerçeklik açısından farklı kategorilerde değerlendirmektedir. Örneğin sebeb-i nüzul rivâyetleri ile Mekkî-Medenî bilgileri bazen âyetlerin anlamlarına sadece birer örnek teşkil etmekte, bazen âyetlerin anlaşılmasına katkı sunan unsurlar olarak işlev yapmakta, bazen de başka karinelerle birlikte âyetlerin anlamlarını daraltabilmektedir. Bu bütüncül-kategorik bakış açısının oluşmasını usûl ilminin realist-metodik zemini temin etmektedir.Mutlak olarak hitap ile muhatap arasında zorunlu bir ilişkinin bulunduğu iddiasının klasik literatür açısından temellendirilmesi güçtür. Klasik literatürde, hitap formunda gelen ve muhatapları ile zorunlu bir ilişki içerisinde olan ifadeler, hitabü’l-müvâcehe (doğrudan hitap) kavramı ile ele alınmıştır. Doğrudan hitaplar, ilk muhatapları bağlar. Çünkü hitaptan bahsedildiğinde ortada bir muhatabın bulunması zorunludur. Bu söylemin, taşıdığı öncüller itibariyle bağlam teorileri ile aynı yerde durduğu zannedilebilir. Ancak hitabın kapsamı açısından bu teorileri birbirleriyle karşılaştırmak mümkün değildir. Klasik anlam teorileri, doğrudan hitapların şer‘î gereklilik veya kıyas gibi yöntemlerle dolaylı muhatapları da kapsadığını düşünürken, bağlamsalcı ve tarihselci yaklaşımlarda hitap-muhatap ilişkisi çerçevesinde nassın ne demek istediğine dair öngörülerde bulunularak metin zâhirî düzeyinden öteye evrilmektedirler. Kur’ân bütünüyle hitap olarak değerlendirildiğinde veya doğrudan hitaplar dikkate alındığında kâfirlerden-müşriklerden bahseden veya onlara hitap eden âyetlerin müminlere de hitap edebilmesini, modern dönem anlama metotları açısından açıklamak oldukça zordur. Nitekim hitap-muhatap arasındaki zorunlu ilişki bunu gerektirmektedir. Üstelik âyet bağlamında konuşulan muhataplar (müşrikler-müminler) bir arada ele alınmayacak ve aynı âyete konu edilemeyecek iki farklı inanca sahiptirler. Dolayısıyla müşriklere yapılan hitaplarda verilen mesajları müminlere yöneltmek ve bu âyetlerdeki vasıfları müminlere yüklemek mümkün gözükmemektedir.Öte yandan klasik literatürde kâfirlerden-müşriklerden bahseden âyetlerin müminlere de hitap edebilmesinde herhangi bir problem görülmemiştir. Çünkü dilbilim de vakıa da buna imkan tanımaktadır. Usûlcüler ve müfessirler, bu konuyu çok geniş boyutlarda ele almışlar; hitabın Ehl-i kitap-müminler, müminler-kâfirler, Hz. Peygamber-ümmet gibi taraflar arasındaki geçişliliğini incelemişlerdir. Tefsir literatürü ve modern dönem tefsir algısı açısından hitabın geçişliliğinin imkânı, müşrikten-kâfirden bahseden bir âyetin müminleri de kapsaması veya müşrike-kâfire yapılan hitabın mümine de dönmesi bağlamında netleştirilebilir. Klasik literatür bu hususu, bazen literal delâlet (tamim) ve dilin edebî kullanım keyfiyeti (belâgat), bazen de hitabın imkânı (üslup özellikleri) ile açıklamaktadır.Âyetlerde ve hadislerde mümin, kâfir, müşrik, münafık, Ehl-i kitap gibi kategorik sınıfların inanç esaslarına yer verildiği gibi bu sınıfların karakteristik-amelî boyutlarına dair betimlemeler de yapılmaktadır. Bu bağlamda naslar bazen mümin olmanın gerektirdiği ameller, bazen mümin olanın yapamayacağı işler, bazen de mümin olanın yaptığında iman-amel bütünlüğünü tehlikeye sokacağı hususlardan bahsetmektedir. Kur’ân’da müminlere yapılan hitapların bir kısmında, onların kâfirlere benzemekten ve kâfirlere ait vasıfları taşımaktan men edildikleri açık bir şekilde görülmektedir. Ayrıca âyetlerde bazen müminlerin kâfirlere benzemesinin doğuracağı olumsuz sonuçlar zikredilmekte, bazen de müminlere hitap eden veya müminlerden bahseden âyetlerin sonunda kâfirlerin içerisinde bulundukları duruma veya karşılaşacakları azaba dair bilgiler yer almaktadır. Ayrıca karşıt inanç profillerine ait sıfatların belirtildiği durumlarda, gayr-i müslimlere yapılan hitap; müminler için uyarı, muhasebe, şükür ve imanda sebat ifade etmekte; müminlere yapılan hitaplar da gayr-i müslim gruplar için teşvik ve fırsat öğeleri içermektedir. Bu hususu üslûbü’l-Kur’ân ile temellendirmek mümkündür. Bununla birlikte Kur’ân’da hitabın geçişliliğinin teorik boyutta iki şekilde gerçekleştiği söylenebilir. Bunların birincisi, dilbilimsel-belâgî öncüllerle alakalıdır ve tariz, kinaye, mecaz gibi kullanımlarda söz konusudur. İkincisi ise teşbih-kıyastır. Burada kıyas, önermelere ihtiyaç duyulmadan zihinde gerçekleşen bir olgudur. Çünkü zihin, bu ifadeleri duyduğunda lazfın literal anlamından daha kuvvetli manalara bir anda ulaşabilmektedir. Bu çalışmada -modern dönem problemlerinden hareketle- doğrudan hitaplardan dolaylı muhataplara geçişin mümkün olup olmadığı konu edilmektedir. Bu çerçevede çalışmada öncelikle Kur’ân’ın bazen mesajlarını ve öğretilerini muhataplarına karşıt inanç sistemleri üzerinden ulaştırmasının üzerinde durulmaktadır. Böylece müminlere, bazı emir ve nehiylerin doğrudan değil de karşıt taraf üzerinden yapılmasında Kur’ân’ın takip ettiği üslup ortaya koyulmuştur. Çalışmada sadece müşriklerden-kâfirlerden bahsedilen âyetlerin müminlere de hitap etme imkânı incelenirken ilgili âyetler analiz edilmiş; bu âyetler aynı konuda müminlere yapılan hitaplarla karşılaştırmıştır. Çalışmanın son bölümünde ise konuyla ilgili teorik bir çerçeve çizilmiş; hitaplar arası geçişlilikte yöntem konusu ele alınmıştır.

Keywords