Cumhuriyet İlahiyat Dergisi (Dec 2018)

İbn Hazm Teolojisinde Teşbîh ve Tecsîm İnancı: Müşebbihe ve Mücessime’ye Yönelik Teolojik Eleştiriler

  • Recep Önal

DOI
https://doi.org/10.18505/cuid.449524
Journal volume & issue
Vol. 22, no. 2
pp. 909 – 938

Abstract

Read online

Bu çalışma, Endülüs medeniyetinin önemli âlimlerinden olan İbn Hazm’ın (ö. 456/1064) el-Fasladlı eseri esas alınarak, Müşebbihe ve Mücessime’ye yönelik eleştirilerini tespit etmeyi amaçlamaktadır. İbn Hazm bu eserinde, İslam çatısı altında ortaya çıkan mezheplerin yanı sıra İslam dışı dinler hakkında da sistemli bilgiler vermekte, söz konusu din ve mezheplerin görüşlerini çeşitli açılardan eleştirmektedir. Eleştirilerini de Ehl-i Sünnet’in bilinen klasik anlayışı çerçevesinde yöneltmektedir. Müşebbihe ve Mücessime’nin antropomorfist bir Tanrı anlayışına sahip olduklarına dikkat çeken İbn Hazm, bu anlayışın tevhid inancıyla bağdaşmadığını vurgulamakta ve eleştirilerini “O’nun benzeri hiçbir şey yoktur” (eş-Şûrâ 42/11) ayetini merkeze alarak yöneltmektedir. Eleştirilerinde Allah’ın bir olduğunu, eşi, benzeri ve denginin olamayacağını önemle belirtmekte, buradan hareketle O’nun isim ve sıfatlarının nasıl anlaşılması gerektiğini açıklamaya çalışmaktadır. İbn Hazm’ın söz konusu mezhepler hakkında aktardığı bilgiler, günümüze de ışık tutmakta, teşbîh ve tecsîm inancı ekseninde teşekkül eden düşünceleri daha yakından tanıma imkânını bizlere vermektedir.Özet: Batı’da İslam Medeniyeti’nin en önemli temsilcisi olan ve asırlarca Avrupa’yı aydınlatan Endülüs İslam medeniyeti, bilim-teknik ile sanat ve edebiyatta önemli aşamalar kaydetmiştir. Diğer taraftan dinî ve aklî ilimlerde de ileri bir seviyeye yükselmiş, bu alanlara önemli katkılar sağlayan birçok İslam âlimi yetiştirmiştir. Bu âlimlerden birisi de İslamî ilimlerin hemen hemen her sahasında telif ettiği kıymetli eserleriyle İslam düşüncenin gelişmesinde önemli rol oynayan Endülüslü İbn Hazm’dır (ö. 456/1064). Bu makalede, İbn Hazm’a asıl şöhretini kazındıran el-Fasladlı eseri esas alınarak, teşbîh ve tecsîm bağlamında Mücessime ve Müşebbihe gibi mezheplere yönelik eleştirilerinin tespit ve tahlil edilmesi amaçlanmaktadır. İbn Hazm, söz konusu eserinde, İslam çatısı altında ortaya çıkan mezhepler ve İslam dışı din ve inançlar hakkında sistemli bilgiler vermekte, onların itikadî görüşlerini tek hakikat ve değişmez kabul ettiği İslâm’la ilişkileri ve farklılıkları açısından inceleyerek analitik, savunmacı ve reddiyeci bir yöntem ile eleştiriye tabi tutmaktadır. Başka bir deyişle mezheplerin görüşlerine diyalektik (cedel) bir yöntem ile yaklaşmakta, eleştirilerini de Ehl-i Sünnet’in bilinen klasik anlayışı çerçevesinde yöneltmektedir. İbn Hazm, eleştirilerinde oldukça keskin bir dil ve sert bir üslup kullanmıştır. Öyle ki onun bu sert tutumu, “İbn Hazm’ın dili Haccâc’ın kılıcından daha keskindir” şeklinde veciz bir ifadeyle sembolize edilmiştir.Bilindiği üzere Kur’ân-ı Kerîm’de tevhid inancına büyük önem verilmiş, bu anlamda Allah’ın yaratılmışlardan hiçbir şeye benzemediği, eşi ve benzerinin olmadığı vurgulanarak şirk inancını bertaraf etmede tavizsiz bir tutum sergilenmiştir. Diğer taraftan bazı âyetlerde Allah’tan bahsedilirken tevhid inancıyla bağdaşmaz gibi görünen birtakım teşbîh ve temsillere de yer verilmiş, müteşâbih ifadeler kullanılmıştır. İlk bakışta çelişkili gibi görünen bu durumun nasıl çözüme kavuşturulacağı, önemli bir tartışma konusu olmuştur. Tartışmanın merkezinde ise beşerî özellikleri çağrıştıran, zâhirî anlamlarıyla anlaşılması durumunda insanları teşbîh ve tecsîm fikrine götüren haberî sıfatlar yer almıştır. İslam düşünce tarihinde, bu tür sıfatların zâhirî anlamlarıyla mı yoksa te’vil edilerek mi anlaşılması gerektiği hususu tartışılmış ve neticede sıfatları anlamada farklı yöntemler benimsenmiştir. Bu yöntemlerden biri, bu çalışmanın ana konusunu teşkil eden teşbîh ve tecsîm yöntemi olup, Müşebbihe ve Mücessime tarafından benimsenmiştir. Onlar, nasslarda geçen haberî sıfatların zâhirî anlamlarını esas alıp, te’vil edilmesine karşı çıkmışlarladır. Bu yaklaşımlarının doğal bir sonucu olarak Allah’ı yaratılmışlara benzetip O’nun el, yüz, göz, ayak gibi beşerî ve cismanî unsurlara sahip bulunduğu iddia etmişlerdir. İbn Hazm da el-Fasladlı eserinde onların bu görüşlerine yer vermiş, eleştirilerini de Ehl-i Sünnet’in anlayışına uygun olup olmadığı çerçevesinde yöneltmiştir. Onun söz konusu mezheplere yönelik eleştirileri ise daha çok nasslarda Allah’a izafe edilen haberî sıfatların zâhirî anlamlarının esas alınması sonucu ortaya çıkan antropomorfist Tanrı tasavvurlarına yöneliktir. İbn Hazm’a göre Mücessime ve Müşebbihe taraftarları “…O’nun benzeri hiçbir şey yoktur…” (eş-Şûrâ 42/11) ve “O’nun hiçbir dengi yoktur.” (İhlâs 112/4) âyetlerinde ortaya konulan tenzih akîdesini dikkate almamışlar, neticede sıfatları ispat etmede aşırı giderek teşbîh ve tecsîme düşmüşlerdir. Onların Tanrı tasavvurlarının tevhid inancıyla bağdaşmadığını önemle belirten İbn Hazm, eleştirilerini mezkûr ayetleri merkeze alarak yöneltmiştir. Eleştirilerinde Allah’ın bir olduğunu, eşi, benzeri, rakibi ve denginin mevcut olamayacağını önemle vurgulamış, buradan hareketle O’nun isim ve sıfatlarının nasıl anlaşılması gerektiğini açıklamaya gayret etmiştir. Bu çerçevede Allah’ın vasıflandırılması konusunda tenzih ilkesini temel prensip edinmiş; vech, yed, ayn, cenb, ısbâ, sâk gibi beşerî özelliklerin zâhirî anlamalarıyla Allah’a isnad edilmeyeceğini; cisim, cevher ve araz gibi isimlerle de O’nun vasıflandırılamayacağını ispat etmeye çalışmıştır.İbn Hazm’ın bir taraftan nasslara zâhirî bir perspektif ile yaklaşması diğer taraftan nassların zâhirî anlamlarını esas alan Müşebbihe ve Mücessime’yi eleştirip, bazı nassları gerekli gördüğü durumlarda te’vil etmesi ilk bakışta çelişkili bir durum gibi görünse de onun bu tutumu, kendi sistemi içinde tutarlı görünmektedir. Çünkü o, mutlak anlamda te’vile karşı olmamış, bir delile dayanmayan te’vili reddetmiş, nasslardan veya aklî zaruretten gelen bir delilin olması durumunda te’vili kabul etmiştir. Bu anlamda o, eğer bir kelimeyi vaz’ olunduğu anlamdan farklı bir anlamayı gerektirecek ve te’vil yapmayı zorunlu kılacak bir delilin olması durumunda, bu lafzın te’vil edilmesini gerekli görmüştür. Bu teorisini de özellikle haberî sıfatların anlaşılması hususunda pratik olarak uygulamıştır. Nitekim o, her ne kadar sıfâtullah konusunda Selef metoduna yakın bir yol takip etse de, bilhassa haberî sıfatların anlaşılmasında Halef (te’vil) metoduna benzer bir yaklaşım sergilemiştir. Bu bağlamda o, teşbîh ve tecsîm inancını eleştirirken nasslarda Allah’ın cismaniliğine delalet eden birtakım sıfatları te’vil etmeden Allah’a izafe edilemeyeceğini savunmuş, bu tür sıfatları, lügat anlamlarını ve konuyla ilgili muhkem ayetleri göz önünde bulundurarak Allah’ın şanına layık ve Arap gramerine uygun düşecek şekilde te’vil etmiştir. Bu bakımdan İbn Hazm’ın selefî ve zâhirî yaklaşımından hareketle onun, aklı ve te’vili tamamen reddeden Selefiyye’den olduğunu söylemek mümkün görünmemektedir. Ayrıca İbn Hazm’ın özellikle haberî sıfatlar hususunda yeri geldiğinde te’vile başvurması, aklı nasıl kullandığını ya da akla yüklediği fonksiyonel alanı açıklamakla beraber, aklın değerini küçümseyen Müşebbihe ve Mücessime gibi dinî oluşumlara karşı olan tavrını daha net ifade etmektedir. Diğer taraftan İbn Hazm’ın bir taraftan nasların zâhirî anlamlarını esas alan bir yaklaşımla Eş‘ariyye ve Mu‘tezile’yi nassları te’vil ettikleri gerekçesiyle sert bir dille eleştirmesi diğer taraftan nassların bir kısmını te’vil ederek onlarınkine benzer bir yöntem takip etmesi, müteşâbih ayetlerin anlaşılması hususunda net bir tutum sergileyemediğini, kendi görüşleriyle zaman zaman çelişkiye düştüğünü, diğer mezheplere karşı ön yargılı olduğunu ve savunmacı bir tutum sergilediğini göstermektedir.

Keywords