Cumhuriyet İlahiyat Dergisi (Dec 2017)
Muhammed b. Yûsuf es-Senûsî’nin Kelâm Anlayışında Mârifetullah-Akıl İlişkisi
Abstract
Öz: Müteahhirûn Eşʿarî kelâmcılarından Muhammed b. Yûsuf es-Senûsî (ö. 895/1490), Mağrib’de temayüz etmiş âlimlerinden birisidir. Senûsî, düşüncelerini Eşʿarî kelâm sistemi içerisinde şekillendirse de kendine has bakış açısıyla bu sisteme yeni katkılar sunmaktadır. Özellikle de mârifetullahta akla önem verme çabası dikkat çekicidir. Ona göre mârifetullaha ancak nazar ile ulaşılır. Nazar ise zihinde yapılan bir vazʿ veya tertip işlemidir. Bir yöntem takip edildiğinde böyle bir nazar mârifetullaha götürür. Özellikle de hükm-i aklî vâcib, câiz ve müstahîli idrak etme yoluyla zihnin işleyişine bir form katmaktadır. Bir mü’min için vâcip, câiz ve müstahîli bilmek aklı kullanmaktır. Bu bağlamda Senûsî hüküm kavramına merkezî bir rol yüklemektedir. İnsan aklını bu şekilde işlettiği takdirde zorunlu olarak kendisinin hâdis olduğunu kavrayacaktır. Bilgiye ulaşma sürecinde Senûsî’nin akıl kadar kalbe de dikkat çekmesi onun, bu ikisini birleştirme çabasında olduğunu göstermektedir.Özet: Senûsî, mârifetullah’a ulaştıran en önemli vasıtanın nazar (istidlâl) olduğunu düşünmektedir. Ona göre nazar “istenilen şeye ulaştıracak şekilde mâlumu ortaya koymak (vazʿ) ya da iki veya daha fazla işi tertip etmektir”. Yaptığı bu tanımı, içerisinde bulunduğu Eşʿarî gelenek açısından değerlendirirsek, Senûsî’nin çağdaşı olan Kâdî Beyzâvî’nin tanımını tashih etme çabası içerisinde olduğunu görürüz. Beyzâvî nazarı “Malum olmayan şeyi bilmeye götürecek şekilde malum işleri tertip etmektir” şeklinde tarif etmiştir. Senûsî bu tanıma bir katkı yapmıştır. Tanımdaki tertip kısmını tamamen benimsemiş, üstüne bir de vazʿ tabirini eklemiştir. Senûsî’nin böyle bir ayrıma gitme nedeni zihnin işleyişini mantıksal formla izah etme çabası nedeniyledir. Şöyle ki mantıksal anlamda düşünce, tasavvur ve tasdikten oluşmaktadır. Düşünceyi oluşturan bu kavramlardan tasavvur vazʿa, tasdik tertibe işaret etmektedir. Eğer Beyzâvî’nin tanımı geçerli kabul edilirse zihinde tasavvur eksik kalmaktadır. Bu da Senûsî’nin mârifetullaha ulaşmak açısından aklın işleyişine verdiği önemi göstermektedir. Tasavvur olmadan yapılan tasdik insanı taklide götürebilir. Bu yüzden vazʿ yapılarak yapılan nazar da dikkate alınmalıdır. Senûsî’nin yaptığı nazar tanımından onun Allah’tan kopuk bir akıl anlayışı olduğu vehmedilebilir. Ancak Senûsî bu konuda Eşʿarî gelenekten asla kopmamıştır. Senûsî’ye göre gerek nazar gerekse bunun sonucu oluşan bilgi, vasıtasız olarak Allah’ın yaratması iledir. Nazarın bilgide, bilginin de nazarda herhangi bir tesiri yoktur. Kulun ise ne nazar da ne de bilgide bir tesiri vardır. Böyle bir söylem yapmış olduğu tanım ile çelişkili gibi gözüküyor. Ancak o, Eşʿarîlerin çizmiş olduğu ilahî kudret anlayışı çerçevesinde yorumlarını yapmıştır. Her şeyi hatta insanın fiillerini bile yaratan Allah’ın düşünceyi yaratmaması düşünülemez. Akıl bilgi üretir ama hem aklı hem de aklın ürettiği bu bilgiyi Allah yaratmaktadır. Senûsî, nazarı tarif ederken onun tasavvur anlamında vazʿ ile üretilebileceğini söylemiştir. Ancak onun açısından tasavvuru oluşturan çok önemli bir kavram daha vardır ki o da “hüküm”dür. Ona göre hüküm “bir işin ispatı (olumlama) ya da nefyi (olumsuzlama)dir”. “Âlem yaratılmıştır” ya da “Allah yaratılmış değildir” ibareleri bir işin ispatı ve nefyine örnektir. İşte bu bir hükümdür. Bu anlamıyla tasavvur, hükme (tasdike) giden bir yoldur. Yani tasavvur ile elde edilen bilgiler, zihnin formlarında hükme ulaşmaktadır. Senûsî hükmü üçe ayırmaktadır: Şer’î, âdî, aklî. Şer’î hüküm Allah’ın, mükelleflerin fiilleriyle alakalı talep, ibâha veya vazʿ ile hitabıdır. Âdî hüküm ise bir durumun varlığı veya yokluğu ile bir başka durumun varlığı veya yokluğu arasındaki bağdır. Bu üç hüküm içerisinde en önemli olan ise aklî hükümdür. Aklî hükme gelince o, herhangi bir vazʿ ve tekrar olmaksızın bir işin ispatı veya nefyidir. Vazʿ olmaması ile şer’î hükümden, tekrar olmaması ile âdî hükümden ayrılmaktadır. Bu anlamıyla akıl bir işin sübûtuna ya da nefyine karar verirken tekrara, incelemeye ihtiyaç duyuyorsa bu türden bir hüküm şer’î ve âdî hüküm değil; aklî hükümdür. Akıl bir işin, ya sübûtuna ve yokluğuna birlikte hüküm verir (câiz), ya yalnız sübûtunu kabul eder (vâcib) ya da yalnız nefyini kabul eder (müstahîl). Senûsî’ye göre akîde de söz sahibi olmak birinci derecede aklî hükme hastır. Senûsî, aklın konumuyla alakalı şeylerde mârifetullahı merkeze alır ve mârifetullahın bu üç kavramla (vâcib, câiz ve müstahîl) ilişkisini inceler. Senûsî’nin bunu yaparken gözettiği şey aklın fıtrî bir anlamının olması yanında, birtakım şeyleri bilmekle de alakasının olduğunu göstermektir. Netice olarak aklî hükmün bu üç kısmını bilmek Senûsî’ye göre aklın bizatihi kendisidir. Bunları bilmeyen kimse akıllı olmayan kimsedir. Senûsî, her mükellefin aklî hükmü ve kısımlarını bilmesinin gerekli olduğunu düşünmektedir. Bu gereklilik o mükellefin, Allah ya da resulleri hakkında vacip, câiz ve müstahîl olan sıfatları; ayrıca aklî hükmün sınırları içerisinde olan ya da olmayan şeyleri ayırması açısındandır. Bunları bilen mükellef burhana sahip olur ve böylece kendisinde oluşmuş ya da oluşabilecek şüpheleri defedebilecektir. Senûsî, mârifetullaha akıl ile ulaşmak açısından aklın istidlâlî yönüne de vurgu yapmaktadır. Ona göre Allah’ın varlığının ispatı açısından, müsebbebden sebebe istidlâl (örneğin bir şeyin yanması ona ateşin değdiğini gösterir) ve iki mütelâzımdan birinin diğerine istidlâli (örneğin Allah’ın âlim olmasının vücûbu, onun ilminin vücûbuna delâlet eder) en iyi istidlâl yöntemidir. Mümkün varlığın müreccihinin olması kabulünde ise Fahreddin er-Râzî’ye bu önermenin zarûrî olup olmaması açısından muhalefet eder. Ona göre bu tür önermeler zarûrî değildir; nazara ihtiyaç duyarlar. Bu açıdan mârifetullah için nazar şarttır. Senûsî’de mantık bağlamında ele alınan akıl, sadece kıyas ve istidlâl işlevini gören bir yapıda değildir. Aksine Senûsî’ye göre aklın alan açısından kalbe doğru giden bir yönü bulunmakta olup kalbin, akıl manasında kullanıldığı görülmektedir. Bu durum Senûsî’nin tasavvufî bilgiyi akıl ve nakil ile birleştirme çabasına bir örnek teşkil etmektedir. Bu ise zamanı açısından bir ıslah projesidir.
Keywords