Hitit İlahiyat Dergisi (Apr 2024)

Eski Yunan-Roma Düşüncesinde Coğrafi Mekân Fikri, Coğrafyanın Müessesleşmesi ve İslâm Coğrafyacılığına Etkisi

  • Erman Gören

DOI
https://doi.org/10.14395/hid.1412876
Journal volume & issue
Vol. 23, no. Din ve Coğrafya
pp. 27 – 53

Abstract

Read online

Eski Yunan edebiyatından yazılı bir formda günümüze kalan ilk eser olarak Homerosçu mısralardan itibaren belirli bir “yeryüzü” (gē) tasavvuru karşımıza çıkar. Dolayısıyla Yunan insanı, yaşamını sürdürdüğü ve benimsediği doğa mefhumunun bir gereği olarak tanrılarla paylaştığı bir mekân fikrini başından itibaren kabul eder. Gerek Ilias’taki “Gemiler Kataloğu” gerek Odysseia’daki Akdeniz’in sınırlarını hikâye eden seyahatler bu fikrin mitlerle iç içe geçmiş görünümlerini sunar. Mekânın tanımlanışı çerçevesinde mitle gerçeğin iç içe geçtiği erken yaklaşımlar zamanla yerlerini gözlemlenebilir verilere dayanan muhkem bakış açılarına bırakır. Erken dönemde bütünüyle tekinsiz olduğu düşünülen yeryüzünün hesaplayıcı bir akılla tanımlanması ve “uzman bilgisi” (epistēmē) temelinde bir çerçeveye oturtulması Eski Yunan müktesebatının –matematik, geometri, astronomi, coğrafya ve tarih gibi– birbiriyle yakın temastaki farklı disiplinleri sayesinde peyderpey gerçekleşir. Özellikle Yunan Klasik Çağı’ndaki diğer çabaların sağladığı birikim, Hellenistik Ptolemaios hanedanının himayesinde ivme kazanan çalışmalarla tam anlamıyla “meskûn [yeryüzü]”nün (oikoumenē) tanımlanması problemine odaklanarak ete kemiğe bürünür. MÖ 3. yüzyılda yaşamış bir hezarfen olan Eratosthenes’in çalışmaları, bu bilimin kendi adı (geōgraphia) başta olmak üzere coğrafyanın belli başlı mefhumlaştırmalarının oluşmasında önemli bir rol oynar. Eseri büyük ölçüde fragmanlar halinde günümüze ulaşmış olmasına rağmen, Eratosthenes’in “yedi iklim” (hepta klimata) gibi kendisinden sonraki bilim dünyasını derinden etkileyen sistemleştirmeleri de bu çerçevede sayılabilir. Eratosthenes, coğrafyanın müesses bir bilim olarak ortaya çıkmasının bir başlangıcıyken, asırlar sonraki bir halefi olarak Roma İmparatorluk Çağı’nda yaşayan, MS 2. yüzyıl âlimi Ptolemaios’un eserleri, gerek Eratosthenes’e yönelik sağlam eleştirileri gerek belli başlı sistematik ilkeleri yerli yerine oturtmasıyla müessesleşmenin tamamlayıcı son noktasını oluşturur. Meskûn yeryüzünün dakik bir tanımlaması aynı zamanda matematik hesabın kesinleştirdiği bir astronomik gökyüzüyle birlikte anlam kazanır. Bu sürecin sunduğu manzara belirli mefhumlaştırmaların coğrafyanın müessesleşmesinde oynadığı rol kadar, insanın yeryüzüne hâkim olma arzusunun neticesi olan kartografik resmin hodolojik mekân fikri gibi kimi ayrıntılarını da anlaşılır kılıyor. Yeryüzüyle kendisini kuşatan kosmos arasında kurulan dakik ilişki sayesinde insanın arzuladığı bu hâkimiyet de zamanla irtifa kazanıyor. Müessesleşme ilk bakışta bir müstakilleşmeyi, müstakilleşme de zaman içinde astroloji/astronomi gibi yoldaşlardan ayrılışı beraberinde getiriyor. Dolayısıyla coğrafyanın müessesleşmesinin belli başlı mefhumlaştırmalar ve bunların komşu bilimlerle ilişkileri çerçevesinde değerlendirilmesinin, müsatakilleşmiş gibi görünen coğrafyanın ilişkili olduğu metafizik düşünmeyle birlikte yeniden ele alınması gerekiyor.Bu müessesleşme sürecinin ayrıntıları coğrafya biliminin hangi ana yönelimlerle biçimlendiğini ortaya seriyor. Mevzu bahis yönelimlerin belirleyicisi büyük ölçüde siyasî irade tarafından mekânın, yani özelde meskûn yeryüzünün genelde bir bütün olarak kosmos’un coğrafi bir bakış açısıyla tanımlanması ve sınırlarının belirlenmesi eğilimidir. Yunan-Roma coğrafyacılığının yakından etkilediği İslâm medeniyetinin erken dönemindeki kendine has yönelimleri, bu tanımlayıcı ve sınırları belirleyici maksatlarla ilişkilidir. Sonuçta coğrafyanın Yunan-Roma geleneğinde bir bilim olarak müessesleşmesi ve müstakil kisvesinin bıraktığı mirasın neticeleri, oldukça erken bir dönemde İslâm’ın yayıldığı ilk yüzyıllardaki kimi tutumlarda gözlemlenebilir. Her ne kadar bu tutumların Yunan-Roma geleneğiyle irtibatının tam olarak anlaşılması tafsilatlı bir tahlili gerektirse de, bazı belirgin karinelerin ortaya çıkarılması bu konudaki araştırma ufkunu genişletecektir. Bu makalede, Yunan-Roma geleneğinde müesses ve belirli açılardan müstakilleşmiş bir bilim olarak coğrafyanın nasıl ortaya çıktığı kadar, Erken İslâm bilim insanlarının nasıl bir perspektifle ve hangi karineler sayesinde Yunan-Roma geleneğinin mirasçıları olarak değerlendirilebileceği ele alınacak. Bu vâris-mûris ilişkisinin daha yakından incelenmesi, filolojik temelli metin aktarımının mirasın intikalindeki vasıtalardan sadece bir tanesi olduğunu gösterir. Dolayısıyla müessesleşen coğrafi mekân fikrinin bir kolu İslâm’ın ilk dönem coğrafyacılarının elinde kendine has bir müstakilleşme sürecini sürdürmüştür. Makale bu bakış açısıyla, aynı zamanda, bahsedilen müstakilleşmenin öncelikli olarak hangi yönlerden enine boyuna incelenmesi gerektiğini önerme gayesini taşımaktadır.