Cumhuriyet İlahiyat Dergisi (Dec 2020)

Tefsir-Meâl İlişkisi Üzerine Bir Analiz: Bakara Sûresi 184. Âyetin Türkçeye Aktarımı Örneği

  • Yunus Emre Gördük

DOI
https://doi.org/10.18505/cuid.780369
Journal volume & issue
Vol. 24, no. 3
pp. 1455 – 1474

Abstract

Read online

Bu makale, Bakara sûresi 184. âyetin Türkçeye aktarımı örneğinde tefsir-meâl ilişkisine dâir bir incelemeyi içermektedir. Şüphesiz ki âyetler başka bir dile aktarılırken evvelemirde ilk muhatapların ondan ne anladığını yansıtmak gerekmektedir. Bazı âyetlerdeki hükümlerin daha sonra nesh yahut tahsis edilmiş olması bu gerekliliği değiştirmez. Bakara sûresi 184. âyette, oruç tutmaya güç yetirebilen kimselerin oruç tutmamayı tercih ettikleri takdirde her gün için fidye vermeleri, yani bir fakirin günlük doyacağı miktarı ödemeleri emredilmiştir. Tefsir literatüründe yer alan detaylı bilgi ve rivâyetlere göre bu hüküm orucun ilk farz kılındığı zaman uygulanmış daha sonra yürürlükten kaldırılmıştır. Ne var ki sıhhatli ve mazeretsiz kimseler için iptal edilen bu uygulama oruç tutamayacak kadar yaşlı ve hasta kimseler için ruhsat olarak baki kalmıştır. Gerek sahâbeden aktarılan rivâyetler gerekse müfessir âlimlerin hâkim kanaatleri hükmün neshedildiğini ve ruhsat olarak kaldığını teyit etmektedir. Durumun nesh yahut tahsis olarak nitelenmesi âyetin Türkçe’ye veya başka bir dile aktarımı açısından bir fark oluşturmamaktadır. Çalışma kapsamında, ilgili âyetler en temel tefsir kaynakları ışığında incelenmiştir. Genel kanaati yansıtan bir örnek vermek gerekirse; Taberî’nin sahâbeden ve tâbiûn âlimlerinden naklettiği otuz beş rivâyette, 184. âyetin oruç tutabilecek olan kimseler için fidye karşılığında oruç tutmama seçeneğini ifâde ettiği belirtilmiştir. Bu seçenek bir sonraki âyetle genel anlamda iptal edilmiş ancak oruca güç yetiremeyen yaşlılar, kendilerine yahut çocuklarına bir zarar endişesi duyan hamileler ve emziren kadınlar gibi özel şartları bulunan bazı kimseler için baki kalmıştır. “وعلى الذين يُطوَّقونه” kıraatine göre ise âyetin mensûh olmadığı, yaşlı erkek ve kadınların kastedildiği söylenmiştir fakat Ebû Hayyân’ın vurguladığı üzere bu kıraatin aslında kıraat olmayıp baki kalan ruhsat itibâriyle “وَعَلَى الَّذِينَ يُطِيقُونَهُ” ifâdesinin bir nevi tefsiri olduğu anlaşılmaktadır. Mensûh olmadığının söylenmesi de muhtemelen süregelen fıkhî uygulama sebebiyledir. Öte yandan aklî deliller de ilk başta verilen tahyir hakkının daha sonra iptal edildiğini göstermektedir. Örneğin 184. âyette hasta ve yolcu olanların tutamadıkları orucu başka günlerde tutmaları “فَمَنْ كَانَ مِنْكُمْ مَرِيضًا أَوْ عَلَى سَفَرٍ فَعِدَّةٌ مِنْ أَيَّامٍ أُخَرَ” cümlesiyle; 185. âyette yine aynı husus “وَمَنْ كَانَ مَرِيضًا أَوْ عَلَى سَفَرٍ فَعِدَّةٌ مِنْ أَيَّامٍ أُخَرَ” cümlesiyle bildirilmiştir. Kanaatimizce söz konusu tekrar iki âyetin beraber değil farklı zamanlarda nâzil olduğunu göstermektedir. Bu durum ise ikinci âyetin ilk âyetteki tahyîr hakkını iptal ettiğini teyit etmektedir. Ayrıca İmam Mâturîdî’nin isâbetle yaptığı tespit üzere şayet 184. âyette oruca dayanamayacak olanlar kastedilseydi âyet sonunda bu kimselere “oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır” denilmesi hikmetsiz olurdu. Türkçe Kur’ân çevirilerinin kâhir ekseriyetinde âyetin ilk nâzil olduğu zaman ifâde ettiği anlama herhangi bir vurgunun yapılmadığı görülmektedir. Hatta âyette yer alan “Ona (oruca) gücü yetenlerin...” ifadesi çoğunlukla “Ona (oruca) gücü yetmeyenlerin...” diye çevrilmiştir. Oysaki âyetin lafzî anlamının çeviriye yansıtılıp ek notlarla durumun izah edilmesi daha tutarlı ve uygundur. Böylelikle aynı lafızları içeren ve peş peşe gelen iki âyetin farklı zamanlarda indiği ve farklı şeylerden bahsettiği anlaşılmış, okuyucuya da doğru bilgi verilmiş olacaktır. Makalede yer alan otuza yakın meâl örneğinde Mehmet Âkif ve Süleyman Tevfîk’e ait olan çevirilerle Hüseyin Kâzım’ın başkanlık ettiği heyet çevirisinin tefsir literatüründeki verilerle ve müfessirlerin genel kanaatiyle tam bir uyum içinde olduğu görülmektedir. Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk Diyanet İşleri Başkanı olan Rifat Börekçi, Hüseyin Kâzım’ın şahsında âyetin bu şekilde yapılan çevirisini son derece sert bir şekilde eleştirmiş; sonraları Elmalılı’nın yaptığı tercihle birlikte âdetâ rüzgârın yönü değişmiş ve meâl yazarları onu aşamamıştır. Her ne kadar âyetin lafzına uygun çeviri yapanlar olmuşsa da bu yazarların ilgili açıklamaları meselenin künhüne vâkıf olamadıklarını ve bilinçli bir çeviri yapmadıklarını ortaya koymaktadır. Bu arada söz konusu âyet örneğinde yapılan analiz, detaylı tefsir bilgilerine müracaat edilmeksizin sağlıklı çevirilerin yapılamayacağını; dolayısıyla tefsir olmaksızın doğru bir meâlin de çoğu zaman mümkün olamayacağını göstermektedir.

Keywords