Mesned İlahiyat Araştırmaları Dergisi (Jun 2023)
İbnü’l-‘Arabî’nin Vahdet-i Vücutçuluğuna Eleştirel Bir Yaklaşım
Abstract
İslâm düşünce tarihinde “varlık” meselesine dair ortaya atılan görüşlerden birisi vahdet-i vücûd anlayışı olup bu hususta İbnü’l-Arabî’ye büyük önem atfedilmiştir. İbnü’l-Arabî’nin vahdet-i vücûda dair ifadelerinin manevî sarhoşluk halinde söylendiği kabul edilerek söz konusu ifadelere İslâm’ın esasları istikametinde tevil getirilmekle birlikte bazen onu tekfire kadar varan eleştiriler de yapılmıştır. Bu makalede ise; “İbnü’l-Arabî’nin seyr ü sülûkte üst makamlara çıkıp keşif yoluyla daha net bilgilere ulaşmasından sonra vahdet-i vücûd anlayışından uzaklaştığı” yönündeki farklı yaklaşım incelenmeye çalışılmıştır. İbnü’l-Arabî’nin bazı ifadelerinden anlaşılan zahirî mana vahdet-i vücûd istikametinde olduğu için söz konusu cümleleri manevî sarhoşluk halinde söylendiğine dikkat çekilerek bu halin geçmesinin akabinde yapılan açıklamaların esas alınması gerektiği şeklindeki yaklaşımın genel kabul gördüğü ifade edilebilir. İbnü’l-Arabî’nin varlık ve Allah-âlem ilişkisi bağlamında yer alan ifadelerine bakıldığında onun zaman zaman farklı cümleler kullandığı, muhtemelen seyr ü sülûkteki mertebesinin değişmesinden dolayı bazen birbiriyle tezat teşkil eden ibarelere yer verdiği görülür. İbnü’l-Arabî, çoğu zaman tasavvufa dair eserlerin genelinde olduğu gibi manaları pek açık olmayan ve herkes tarafından pek bilinmeyen ıstılahları kullanmıştır. O, zahiren bakıldığından manası açık olmayan bir takım rumuzlu ifadelerle sırların inceliklerini ve nuranî ilimlerin ziyalarını yazdığını açıklayıp bunu dua ve münacatların daha içten olması için yaptığını belirtmiştir. İbnü’l-Arabî ayrıca tasavvuftan nasibi olmayan ya da onu inkâr eden zahir âlimlerin kötü sözlerine mani olmak için ilâhî manaları örtülü bir şekilde satıra döktüğünü de ifade etmiştir. Bu durumun, İbnü’l-Arabî’nin bazı görüşlerinin yanlış anlaşılmasında ya yeterli derecede anlaşılamamasında önemli etkisinin olduğu söylenebilir. İbnü’l-Arabî’nin bazı ifadelerinden anlaşılan zahirî mana vahdet-i vücûd istikametinde olduğu için söz konusu cümlelerin manevî sarhoşluk halinde söylendiğine dikkat çekilerek bu halin geçmesinde sonra yapılan açıklamaların esas alınması gerektiği şeklindeki yaklaşım genel kabul görmüştür. Bununla birlikte İbnü’l-Arabî’nin pek çok saliki gibi, seyr ü sülûkte ilerleyince sahip olduğu keşif sayesinde önceki bilgilerinin bir kısmının değişmesi mümkün olduğundan vahdet-i vücûd anlayışından rücu etmesi de mümkündür. Zira İbnü’l-Arabî ve yakın çevresi vahdet-i vücûd düşüncesinin savunucuları gibi gösterilse de aslında onlar, vahdet-i vücûd ifadesini metafizik bir terim olarak kullanmamışlar, kullananlar ise o terim ile “Varlığın hepsini Allah görme” gibi bir manayı kastetmemişlerdir. Söz gelimi İbnü’l-Arabî’nin hayatının son döneminde onunla beraber olması sebebiyle onun zaman zaman tashih ettiği görüşlerinin en son halini bilme imkânına sahip olan Sadreddin Konevî, vahdet-i vücûd tabirine sadece sözlük manasında yer vermiş ve Hâlık ile mahlûku aynı kabul eden bir terim ya da anlayış istikametinde kullanmamıştır. İbnü’l-Arabî, gerçek varlığı (nur) tek görmekle birlikte güneş ve yıldızların ayrı ayrı varlıklarının olduğunu açıkça belirterek Allah-âlem ilişkisi ve varlık hakkındaki görüşlerine netlik kazandırmıştır. O, el-Fütûhâtü’l-Mekkiyye’nin son cildinde Hâlık ile mahlûku birbirinden ayıran ifadelere net bir şekilde yer vermiş ve “Hak Teâlâ Allah, bizler O’nun yanında kullarız” diyerek vahdet-i vücudu reddeden açıklamalar yapmıştır. “İçlerinden kim ‘Ben, O’ndan başka ilahım’ derse biz ona cehennemi ceza olarak veririz” mealindeki âyeti zikreden İbnü’l-Arabî, hastalandığı, acıktığı ve tuvaletini yaptığı halde “Ben ilahım” diyen kimseyi, “Ey ileri gelenler! Sizin için benden başka ilah tanımıyorum” diyen Firavun’a benzetmiştir. Kısaca ifade edecek olursak İbnü’l-Arabî’nin kullandığı bazı ifadelerin zahirî manaları dikkate alınarak onun vahdet-i vücûd düşüncesinde olduğu söylenebilir. Bununla birlikte biz, İbnü’l-Arabî’nin ifadelerinin bütününe itibar ederek pek çok sâlik gibi onun da seyr ü sülûkte ilerleyerek ulaştığı makamda önceki bilgilerinin bir kısmını değiştirdiğini ve vahdet-i vücûd anlayışından uzaklaştığını söylemenin daha doğru bir yaklaşım olacağını düşünüyoruz.
Keywords