Kader (Dec 2020)
Abbâd b. Süleymân’da Tenzih Vurgusu: İlâhî İsimler ve Sıfatlar
Abstract
Kelâm ilminin en temel ve en girift meselelerinden olan zât-sıfat ilişkisi ile Allah Teâlâ’ın isimleri ve sıfatlarına yönelik ilk sistemli fikirleri ortaya koyanlar yine bu ilmin sistem kurucusu olan Mu‘tezilî düşünürlerdir. Bu düşünürlerin hemen hemen tamamı usûl-i hamsede fikir birliği içinde olmalarına rağmen, tevhid ilkesine yaklaşımlarında farklı tonlarda düşünceler sergilemektedir. Bu yaklaşımların belirdiği Abbâsiler döneminde yaşayan Abbâd b. Süleymân es-Saymerî tevhid ilkesine yönelik tenzih vurgusundaki uç görüşleriyle Basra Mu‘tezilesi’nden muasırı olduğu Ebü’l-Hüzeyl el-Allâf, Mu‘ammer b. Abbâd es-Sülemî ve İbrâhîm b. Seyyâr en-Nazzâm’dan ayırıcı vasfını ortaya koyan bir bilgin ve ilk dönem Basra Mu‘tezilesi’nde orijinal fikirler serdeden bu dört başat düşünürden bir tanesidir. Ayrıca o, pek çok hususta kendisinden etkilendiği hocası Hişâm b. Amr el-Fuvatî’nin bilinen tek öğrencisi olup, akâmete uğrayan bu ilmî geleneğin son büyük ve en önemli halkasını teşkil etmektedir. Elinizdeki çalışma, eserleri günümüze ulaşmayan ve görüşlerinin klasik kaynaklarda dağınık bir biçimde olması sebebiyle bugüne kadar hak ettiği ilgiyi görmeyen Abbâd b. Süleymân’ın ilâhî isim ve sıfatlara yönelik düşüncelerini bütüncül ve sistematik bir şekilde ortaya koymayı amaçlamaktadır. Çalışmamızda öncelikli olarak klasik kaynaklar incelenmiş, modern literatür de göz ardı edilmeyerek ilgili kayıtlar tahlil ve tenkit edilmek suretiyle bağlamına oturtulmaya çalışılmıştır. Abbâd b. Süleymân’ın görüşleri özetle şöyledir: O, “Allah şeydir.” demenin “Allah gayrdır.” olduğunu ifade ederek Allah Teâlâ ile insan arasında kesin bir ayrıma dikkat çeker. Allah-mekân ilişkisine dair düşüncesinde tecsim ve teşbihten sakınma adına mekân ile ilintili her tanımı reddeder. Ru’yetullah meselesinde ise Muʻtezile’nin cumhurunun benimsemiş olduğu “Allah’ın kalp ile görülmesi yani bilinmesi” fikrine kökten karşı çıkar. Zât-sıfat ilişkisinde zât ve nefs tabirlerini kullanmaktan imtina ederek meseleyi kendi açısından çözmeye çalışır. Kendine özgü bir ilâhî isimler tasnifi ortaya koyar ve böylelikle kıyâsî metodu benimser. Muʻtezile’nin genelinde olduğu gibi meânî sıfatları kabul etmez; buna karşılık her ismin bir mânâ karşılığı olduğunu zımnen kabul eder. Bu da onun isimlerin salt sözler (akvâl) olmadığı anlamını beraberinde getirir. O, hakikî kıyas yaparak (fî hakîkati’l-kıyâs) Allah Teâlâ’nın âlim, kādir vs. olmasını reddederek insanın âlim, kādir vs. olduğunu temellendirmeye çalışır. Allah Teâlâ’nın ezelde semî‘ ve basîr olduğunu kabul etmez. Semîʻ ve basîr isimlerinin âlime, kādir ismini hayya indirgemez ve her ismin birbirinden farklı bir işlevselliği olduğunu kabul eder. Allah Teâlâ’nın şartlı bilmesine karşı çıkar. Mahlûkātın varlık alanına çıkmazdan evvel Allah Teâlâ’nın ilminde olup olmadığı meselesine dair “ezelî ilme konu olabilecek bir yön” ve “fiilî olarak varlığa geldiği yön” şeklinde ikili bir ayrıma gider. Abbâd’ın ma‘dûm ve mahlûkāta dair görüşlerinden hareketle, İbnü’r-Râvendî ve onu takiple modern kaynaklar, ona cisimlerin ezelîliği görüşünü nispet ederler. Ancak ilgili kayıtlar incelendiğinde bu savın geçerli olmadığı görülmektedir. Abbâd’a göre Allah olacağını bildiği şeyleri yaratmaya kādir, olmayacağını bildiği şeyleri yaratmaya kadir değildir, ancak bunları yaratmaya bilkuvve kādirdir. Allah Teâlâ ne hakikî ne de mecazî anlamda şerleri yaratmamıştır; öyle ki O, imanı ve küfrü değil sadece insanı yaratmıştır. O’nun yaratmadığı hiçbir salâhtan bahsetmek mümkün değildir. Kur’ân’ın arazlardan yaratıldığını söyleyerek halku’l-Kur’ân’ı savunur. Allah’ın fiillerinden hareketle onun bu fiillere delâlet eden isimlere sahip olduğunu ifade eder. O’nun ezelde mürîd, hâlık vs. olduğunu ne kabul eder ne de reddeder. Yaratmanın sadece Allah’a mahsus olduğunu vurgular. Öte yandan Allah varlıkları illetsiz yaratmıştır yani belirli bir hikmete binaen yaratmamıştır. Haberî sıfatlarla ilgili olarak bu ibarelerin sadece Kur’ân kıraatı esnasında telaffuzunu kabul eder ve Allah için hiçbir surette bu ifadelerin kullanılmayacağını dile getirir. O, Allah’ı vekîl, kefîl, latîf, kâ’in, ferd ve mütekellim olarak isimlendirmekten sakınır ve vâhid ismini sadece medh amaçlı kullanılması gerektiğini söyler. Mütekellim olmasının yanında Mu‘tezilî bir dilbilimcisi olması hasebiyle dil teorisi ve Allah Teâlâ’nın isimlendirilmesi arasında sıkı bir ilişki kurar. Abbâd b. Süleymân bu vb. düşünceleri sebebiyle Muʻtezilî düşünce içinde her ne kadar belirli bir dönem etki alanına sahip olsa da “çizgi dışı” görüşlerinden dolayı mensubu olduğu Basra ekolünün tâli çizgisinde kalmıştır. Onun, özellikle Basra Mutezilesi’ne olmak üzere genel muhalif tavrı, zaman zaman zemin itibariyle birbirine zıt olan Cehm b. Safvân ve Cebriyye/Eşʻariyye’nin görüşlerini andırsa da özgün bir kelâmî fikir örgüsü inşa etmesini sağlamıştır.
Keywords