Cumhuriyet İlahiyat Dergisi (Dec 2017)

İslâm Hukukunda Vasiyet Yoluyla Varisleri Mirastan Mahrum Etmeye Yönelik Tasarrufların Sınırlandırılması

  • İbrahim Yılmaz

DOI
https://doi.org/10.18505/cuid.314744
Journal volume & issue
Vol. 21, no. 3
pp. 1739 – 1774

Abstract

Read online

Öz: İslâm miras hukukunda, -oranları farklı da olsa- kız ve erkek çocukların mirastaki payları önceden belirlidir ve mûrisin vârislerini mirastan mahrum etme hakkı yoktur. Bununla birlikte, hibe, vasiyet, muvâzaalı satım (mûris muvâzaası) gibi çeşitli yollarla mûrislerin vârislerini tamamen veya kısmen mirastan mahrum etmeye çalıştıkları da bilinen bir gerçektir. Hukukî bir terim olarak vasiyet, ölümden sonra geçerli olmak şartıyla, kişinin malını hakiki veya hükmi şahıslara teberru yoluyla (meccanen/ücretsiz) temlik etmesi (devretmesi) demektir. Prensip olarak İslâm hukukunda (yabancıya) vasiyette bulunmak meşru/mubah bir tasarruftur. Diğer taraftan geçmişte olduğu gibi günümüzde de murisler, vasiyet haklarını varislerini mirastan mahrum etme amacıyla kötüye kullanılabilmektedir. Bundan dolayıdır ki İslâm hukukunda vasiyet hakkının kötüye kullanılmasını önlemeye yönelik bazı tedbirlere ve sınırlamalara yer verilmiştir. Bu tedbirleri ve sınırlamaları; (1) (yabancıya) yapılan vasiyetin miktar olarak üçte bir ile sınırlandırılması; (2) vârise vasiyetin yasaklanması; (3) ispata yönelik şekil şartlarının getirilmesi; (4) Şâri’in maksadına aykırı olarak varislere zarar verme kastı ile (üçte bir veya daha az oranda olsa bile yabancıya) yapılan vasiyetin yasaklanması, olmak üzere dört başlıkta ele almak mümkündür. Bu çalışmada İslâm hukukunda, vasiyet yoluyla vârisleri mirastan mahrum etmeye yönelik tasarrufların sınırlandırılması üzerinde durulmuştur. Özet: İslâm miras hukukunda -oranları farklı da olsa- erkek ve kız çocukların mirastan alacakları paylar belirlidir ve mûrisin vârislerini mirastan mahrum etme hakkı bulunmamaktadır. Bununla birlikte, hibe, vasiyet, muvâzaalı satım (mûris muvâzaası) gibi çeşitli yollarla mûrislerin vârislerini tamamen veya kısmen mirastan mahrum ettikleri bilinen bir gerçektir. Bu yüzden İslâm hukukunda vârislerin miras hakkını koruyucu bazı tedbirlere/önlemlere yer verilmiştir. Bu tedbirlerden biri de, vasiyet hakkını kötüye kullanarak vârislerini tamamen veya kısmen mirastan mahrum etmek isteyen murisin hukuki tasarruflarına karşı bazı sınırlamaların getirilmiş olmasıdır.Fıkhî/hukukî bir terim olarak vasiyet, ölümden sonra geçerli olmak üzere, kişinin malını hakiki veya hükmi şahıslara teberru yoluyla (meccanen/ücretsiz) temlik etmesi (devretmesi) demektir. Vasiyet, tüm toplumlarda ve hukuk sistemlerinde meşru kabul edilen hukukî bir işlem türüdür. Vasiyetin meşruluğunu kabul eden tüm hukuk sistemleri, fertlerin haklarını ve kamu düzenini korumak için vasiyet hakkının kullanımıyla ilgili bazı düzenlemeler ve sınırlamalar getirmiştir. İslâm hukukunda da vasiyet, insanların dünyevî ve uhrevî ihtiyaçlarının karşılanması, yardımlaşmaya ve kişinin ecir/mükâfat kazanmasına vesile olması amacıyla meşru (mubah) hukukî bir tasarruf olarak kabul edilmiştir. Bununla birlikte günümüz İslâm ülkelerinde vasiyet hakkı, vârislere zarar vermek ve onları mirastan mahrum etmek amacıyla kötüye de kullanılabilmektedir. İslâm hukukunda, vârislerin ve üçüncü şahısların haklarının korunması amacıyla vasiyet hakkının kötüye kullanılmasını önlemeye yönelik alınan tedbirleri ve sınırlamaları şu şekilde sıralamak mümkündür;(Yabancıya yapılan) vasiyet miktar olarak üçte bir ile sınırlandırılmıştır:Hz. Peygamber (as), Veda Haccı’nın yapıldığı sene hastalığı sebebiyle Sa’d b. Ebî Vakkas’ı (ra) ziyaret etmiştir. Sa’d b. Ebî Vakkas’ın (ra) bir kız çocuğundan başka çocuğu yoktur. Bu yüzden o Hz. Peygamber’e (as), malının üçte ikisini yabancılara tasadduk etmek/vasiyet etmek istediğini söylemiştir. Bunun üzerine Hz. Peygamber (as) Sa’d b. Ebî Vakkas’a malının ancak en fazla üçte birini tasadduk/vasiyet edebileceğini söylemiştir. Hz. Peygamber (as) bunun gerekçesini ise şöyle açıklamıştır: “Senin vârislerini zenginler olarak bırakman, onları insanlara muhtaç fakirler olarak bırakmandan daha hayırlıdır.” (Buhâri, “Vesâyâ” 2, 3; Müslim, “Vesâyâ”, 5(nr. 1628); Muvatta, “Vasiyyet”, 3; Tirmîzî, “Vesâyâ”, 1, Ebû Dâvûd, “Vesâyâ”, 2; Nesâî, “Vesâya”, 3; Beyhakî, “Vesâyâ”, 5.) Bu olayı delil kabul eden İslam Hukukçuları, mûrisin vasiyet yoluyla malının ancak üçte birini yabancıya vasiyet edebileceği konusunda ittifak etmişlerdir.Vârise vasiyet yasaklanmıştır:Hz. Peygamber (as), “Muhakkak ki Allah her hak sahibine hakkını vermiştir. Vârise vasiyet yoktur” (Ebû Dâvûd, “Vesâyâ”, 6, Tirmîzî, “Vesâyâ”, 5; Nesâî, “Vesâyâ”, 5; İbn Mâce, “Vesâyâ”, 6.) buyurmuşlardır. Bu hadisi delil kabul eden İslam Hukukçuları varise vasiyetin yapılamayacağı konusunda ittifak etmişlerdir. Vasiyetin ispatına yönelik bazı şekil şartları getirilmiştir: Vasiyet ölüme bağlı bir tasarruf olduğu için mûrisin vefatından sonra vârisler ile kendilerine vasiyet edilen kişiler (mûsâ leh) arasında ihtilaf çıkması muhtemeldir. Bu yüzden vasiyetin tartışmaya mahal bırakmayacak şekilde ispatlanması söz konusu olmaktadır. Klasik İslam hukuku doktrininde vasiyetin sözlü, yazılı ve maksadı ifade eden işaretlerle gerçekleşmesi üzerinde durulmuş ve prensip olarak vasiyetin şahitler huzurunda yapılmasının mendup olduğu belirtilmiştir. Ancak, kanaatimizce, vasiyetin şahitler huzurunda yapılmasını emreden ayetlerden (el-Maide 5/106-108) hareketle ispat kolaylığı sağlaması, vârislerin ve diğer hak sahiplerinin haklarının koruma altına alınmasından dolayı, günümüzde vasiyetin kanuna uygun olarak yapılması ve resmen kayıt altına alınması Şâri’in maksadına ve İslâm’ın ruhuna daha uygun olduğunu söylemek mümkündür. Nitekim İslâm ülkeleri Aile Hukuku / Ahvâl-i Şahsiye Kanunları da ihtilaf halinde, kanuna uygun olarak yapılmayan vasiyet sebebiyle mahkemelerde dava açılamayacağını söylemektedirler. (Üçte bir veya daha az oranda olsa bile) Şâri’in maksadına aykırı olarak vârislere zarar verme kastı ile (yabancıya) yapılan vasiyet yasaklanmıştır: İslâm hukukunda yabancıya yapılan vasiyet, murisin mal varlığının üçte biri ile sınırlandırılmıştır. Bununla birlikte, üçte bir veya daha az bir oranda olsa bile, bu hakkın vârislere zarar verme kastı ile onları mirastan mahrum etmek için kötüye kullanılması mümkündür. Ancak, miras ayetinde “غير مضار/(vârislere) zarar vermeksizin yapılan vasiyet” kaydının konulmuş olması ve ilgili diğer nasslarda vasiyetin zarar verme kastı olmaksızın yapılması gerektiğinin belirtilmesi, (velev ki üçte birden az olsa bile) vasiyetin vârislere zarar vermeme kastı ile meşru kılındığını göstermektedir. Dolayısıyla Şâri’in maksadına aykırı olarak varislere zarar verme kastı ile (yabancıya) yapılan vasiyetin, velev ki üçte bir veya daha az oranda olsa bile, “Zarar izale edilir” (Mecelle, md. 20.) kaidesi gereğince kamu otoritesi tarafından sınırlandırılması mümkündür. Hiç şüphesiz yukarıda sayılan sınırlamalardan en önemlisi kişinin, vasiyet yoluyla mal varlığı üzerindeki tasarruf yetkisinin üçte bir ile sınırlandırılması ve kalan diğer üçte ikilik payının vârislere bırakılmasıdır. Bundan dolayıdır ki İslâm hukukunda, hukuken güvence altına alınıp varislere intikal edecek olan bu üçte ikilik paya “mahfuz hisse / saklı pay” denilmektedir. Prensip olarak (bazı istisnalar dışında) mûrisin mahfûz hisse üzerinde tasarruf yetkisi yoktur. İslâm hukukunda teorik olarak, “mahfûz hisse/saklı pay” olarak isimlendirilen varislerin üçte ikilik payları hukuken güvence altına alınmakla birlikte, günümüzde mûrisler vasiyet haklarını kötüye kullanarak farklı yöntemlerle vârislerinden mal kaçırmaktadırlar. Bu bağlamda, “İslâm hukukunda, kamu otoritesinin, kötüye kullanılması halinde, aslen meşru/mubah olan vasiyet hakkını sınırlandırması mümkün müdür?” sorusu konumuz açısından önem arz etmektedir. İslâm hukukunda “mubah” kategorisinde yer alan fiillerin, teşrî kılınma maksadına uygun olarak başkasının hakkını ihlal etmeden ve kamuya zarar vermeden kullanılması temel bir ilke olarak kabul edilmiştir. Buna göre, teşrî kılınma maksadına aykırı olarak kullanılması, zarar içermesi, başkasının hakkını ilgilendirmesi ve kamu yararının gerektirmesi halinde mubah olan fiillerin/tasarrufların kamu otoritesi tarafından kanun marifetiyle sınırlandırılması mümkün olmaktadır. Konuya bu açıdan bakıldığında İslâm hukukunda vasiyet hakkının kullanımı, mutlak ve sınırsız değildir. Dolayısıyla varislere zarar verme kastı ile kullanması halinde, aslen mubah/meşru olan vasiyet hakkının, kanun marifetiyle kamu otoritesi tarafından sınırlandırılması söz konusu olabilmektedir. Sonuç olarak kısaca ifade etmek gerekirse, İslâm hukukunda vasiyet hakkı, yukarıda kısaca özetlendiği şekilde dört farklı açıdan varislerin lehine sınırlandırılmıştır.

Keywords