Cumhuriyet İlahiyat Dergisi (Jun 2019)

Cüveynî’ye Göre Kıyâsın Sınırları ve Sınırlılıkları -Tartışmalı Asıllar Çerçevesinde-

  • Mehmet Macit Sevgi̇li̇

DOI
https://doi.org/10.18505/cuid.519657
Journal volume & issue
Vol. 23, no. 1
pp. 233 – 254

Abstract

Read online

Usûlcülerin çoğu; ruḫṣat gibi konuların da dâhil olduğu ḳıyâstan ma‘dûl aṣıllarda, keffâretlerde ve ḥaddlerde ḳıyâsın câiz olduğu; Hanefî usûlcüler ise bunun câiz olmadığı görüşündedirler. İmâm Şâfi‘î ve onu takiben Cüveynî gibi Şâfi‘î usûlcüler; Hanefî usûlcülerin bu alanlarda ḳıyâsı câiz görmemelerine rağmen birçok hususta ḳıyâs uygulamalarına başvurmak suretiyle çelişkiye düştüklerini öne sürmekte; buna mukâbil Hanefî usûlcüler bunların, büyük ölçüde ḳıyâs formatı dışında kalan lafẓî delâlet tekniklerinden elde edildiğini savunmaktadırlar. Yine de Şâfi‘î usûlcüler, Hanefî usûlcülerin söz konusu ḳıyâs uygulamalarına, -istihsân gibi- ḳıyâstan dahi daha ileri düzeydeki birtakım istinbâṭ yöntemleriyle ulaşıldığı vurgusunda ısrarcıdırlar. Cüveynî’nin ta‘lîl algısının odağında münâsib ma‘na anlayışı yer almaktadır. O, en düşük düzeyli/gizli bir münâsib ma‘nanın varlığında dahi, ta‘lîl mekanizmasını aktifleştirmektedir. Cüveynî, “münâsib ma‘na” formülasyonunu, ḳıyâstan ma‘dûl aṣıllara, keffâretlere ve ḥaddlere başarılı bir şekilde uyarlamış ve neticede bu alanlarda, ḳıyâsın işlerlik/geçerlilik alanını genişletip ḳıyâsa kapalı alanları minimize etmiştir. Cüveynî’nin bu yaklaşımı, onun akılcı kişiliğiyle ve ḳıyâsa verdiği önemle uyum göstermektedir. Bu makalede, -Cüveynî’ye özel referansla- usûlcüler arasında bahsi geçen alanlar çerçevesinde meydana gelen görüş ayrılıkları tartışmalı bir şekilde irdelenip Cüveynî’ye göre ḳıyâsın sınırları ve sınırlılıkları tespit edilmeye çalışılmıştır.Özet: Genel bir kural olarak Şâfi‘î’ye göre hükümlerde aslolan “teabbud”; Ebû Ḥanîfe’ye göre ise “teakkul”/“talîl”dir. Bu genel kurala rağmen Ebû Hanîfe/Hanefî usûlcüler, mukadderât/takdîrât ve ruhsatlar gibi konuları içeren kıyas dışı aṣılları (ma‘dûl bih ‘ani’l-kıyâs); keffâretler ile haddleri kıyâsa kapalı alanlar olarak algılayıp bu alanlarda kıyâsın icrâ edilemeyeceğini ifade etmektedirler. Hanefî usûlcülerin, bir taraftan hükümlerde aslolanın “te‘akkul” olduğunu belirtmeleri; diğer taraftan mezkûr alanları kıyâsa kapatmaları çelişki izlenimi oluşturmaktadır. Hanefî usûlcülerin yukarıdaki genel yaklaşımına mukâbil; özellikle Şâfiî usûlcüler, bahsi geçen alanlarda kıyâsın icrâsını mutlak anlamda inkar etmenin doğru olmadığı ve bu tür alanlarda kıyâs yapılabileceği ifade edilmektedir. İmâm Şâfi‘î ve onu takiben Cüveynî; Hanefî usûlcülerin, keffâretlerde ve haddlerde kıyâsın icrâsını câiz görmemelerine rağmen birçok kıyasa; hatta -istihsan gibi- kıyastan dahi daha ileri düzeydeki istinbat yöntemlerine başvurduklarını ve Hanefî usûlcülerin prensiplerinin ve uygulamalarının birbirini tutmadığını ifâde etmektedirler. Buna mukâbil Hanefî usulcüler, keffaretlerde ve haddlerde kıyasa başvurmadıklarını; tartışma konusu olan çıkarımlarını büyük ölçüde “tenkihu’l-menat”, “istidlâl” ve “delaletu’n-nass” gibi kıyâs formatı dışında kalan lafzî delâlet tekniklerinden elde ettiklerini ve iddia edildiği gibi çelişki içerisinde olmadıklarını belirtmektedirler. Konuyla ilgili tartışmalardan anlaşılıyor ki söz konusu alanlarda kıyâsın icrası, “esbâbda kıyâs”ın imkânı meselesiyle de birebir bağlantılıdır. Hanefî usulcülerin kefaretlerde ve haddlerde câiz görmedikleri kıyâs türü, esbâdda yapılan kıyâs faaliyetleridir. Şâfi‘î usûlunun en akılcı temsilcilerinden biri olan Cüveynî, illeti tespit eden başlıca yöntemin, “aklî uygunluk” olarak tanımlanabilecek münâsebet/münâsib maʽna olduğunu söylemektedir. Ona göre ta‘lîl, münâsib bir mananın varlığına bağlıdır. Münâsebet/münâsib maʽna, maʽna ḳıyâsında doğrudan/açık; şebeh ḳıyâsında ise dolaylı/gizlidir ve maʽnası münâsib olan hükümlerde ilk önce maʽna ḳıyâsına; maʽna ḳıyâsı mümkün olmadığı zaman ise şebeh ḳıyâsına başvurulur. Ona göre düşük düzeyli/gizli bir münâsebet ilişkisinin varlığında dahi, kıyâs yapmanın önü açılmakta ve kıyâs yapmak mümkün hâle gelmektedir. Cüveynî, -ister doğrudan/açık olsun (ma‘na kıyâsı); ister dolaylı/gizli olsun (şebeh kıyâsı)- herhangi münâsib bir mananın varlığına bağlı olarak; ruḫṣatların ve “muḳadderât”/“taḳdîrât”ın da dâhil olduğu ḳıyâs dışı aṣıllarda, keffâretlerde ve ḥaddlerde kıyâsın icrâsının câiz olduğunu düşünür.Cüveynî’nin münâsib ma‘na merkezli ḳıyâs formülasyonunu uyarladığı alanlardan biri, “diyetin âḳıleye yükletilmesi” konusudur. Ona göre diyetin âkıleye yükletilmesi, “tazmînin suç fâiline özgü olması” kâidesinden istisnâ edilmiştir. Bazı usulcülerden farklı olarak Cüveynî, diyet cezasının suç fâili olmayan ‘âḳıleye yükletilmesinin manasının makûl olmadığını düşünür. Yine de ona göre diyetin ‘âḳıleye yükletilmesinin, kıyâsa açık yönleri bulunmaktadır. Nitekim ona göre akıleye yükletilmesi konusunda az olan diyet (erş), çok olan diyete şebeh yoluyla kıyas edilebilmektedir.Cüveynî’nin bu bağlamda ele aldığı konulardan biri, “nass ile “ihtisâr”/“ihtisâs”dır. “Nass ile “ihtisâr”/“ihtisâs”; hükmün, nass tarafından muayyen/belirli bir asla özgü kılındığı alana karşılık gelmektedir. Cüveynî’ye göre iḫtiṣâr/iḫtiṣâṣ (özgülük) ifâde eden lafızdan bağımsız olarak ele alındığında, söz konusu alanlarda birtakım makûl manalar bulunabilmektedir. Ne var ki nassın lafzının ifâde ettiği “özgülük”, hükmün kıyâsa kapatılmasına sebebiyet vermiştir.Cüveynî’ye göre bedenî ibâdetlerde cüzi mufassal/ayrıntılı manalar elde edilememekte; sadece bir takım küllî/genel manalar tahayyül edilebilmektedir. Cüveynî, münâsib herhangi bir mananın varlığında, bedenî ibâdetlere karşılık gelen asılların birbirine kıyâs edilmesinin câiz olduğunu düşünür. Cüveynî’ye göre ruḫṣatlarda kıyâsın cevâzı için, hükme münâsib bir mananın bulunması yeterlidir. Keza ona göre “muḳadderât”/“taḳdîrât” alanında “şebeh kıyâsı” geçerli olabilmektedir.Diğer taraftan “hasta”, “oruç tutmama ruḫṣatı” açısından “yolcu” gibidir. Cüveynî’ye göre “ihtiyâç duyma” şeklindeki makûl manadan ötürü hastanın, namazları kısaltabilme (ḳaṣr) ruhsatında da yolcu gibi olması gerekirdi. Ne var ki Cüveyni’nin aktardığı üzere hastanın, namazları kısaltamayacağı üzerinde icmâ‘ (ittifâḳ) bulunmaktadır. Söz konusu icmâ‘ engelinden ötürü, “namazlarını kısaltma hükmü”nün “yolcu”ya özgü olduğu; “hasta” için geçerli olmadığı anlaşılmaktadır (men‘u’l-icmâ‘).Cinâi davalarda yemin etme hakkı davalıya; kasamede ise davacıya aittir. Yemin etme hakkının davacıya ait olması, kasâmeye özgüdür. Cüveynî’ye göre bu özgülük (ihtiṣâṣ), “ḥikâye-i ḥâl ḳarînesi/iḫtiṣâṣ bi ḥâl” sâyesinde bilinmektedir ve bu yönüyle ḳasâme, kıyâsa kapalı bir alan teşkil etmektedir.Cüveynî’ye göre akitler akitler, bir akitte bulunması gereken îcâb-kabûl, vasfı ve miktarı bilinen bir bedeli (‘ivaz) kapsaması ve karşılıklı rıza gibi şartları hâiz olduğundan ötürü kıyâsa elverişlidir. Ona göre bu akitler, husûsiyetleri açısından ise kıyâsa kapalı asıllardır. Bu bakımdan söz konusu akitler de bir yönüyle makûl; bir yönüyle de ġayr-ı makûl asıllardandır.Netice olarak Cüveynî’ye göre kıyâsın işlerliğini/geçerliliğini yitirdiği kıyâsa kapalı alanlar sınırlıdır. Bunlar, doğrudan veya dolaylı, açık veya gizli hiçbir münâsib mananın söz konusu olmadığı statik teabbudî hükümler; -bir yaşını doldurmamış dişi oğlağın kurban edilebilmesinin Burde b. Niyâr’a özgü kılınması örneğinde olduğu gibi- hükmün, nass tarafından muayyen bir asla özgü kılındığı (iḫtiṣâṣ/iḳtiṣâr bi’n-naṣṣ) yerler; -ḳasâme örneğinde olduğu gibi- hükmün, “hikâye-i hâl karînesi” tarafından muayyen bir asla özgü kılındığı yerler (iḫtiṣâṣ bi’l-ḥâl) ve yolcunun aksine hastanın, namazlarını kısaltamayacağı (kasr) üzerinde akd edilmiş olan icmâ‘ örneğinde olduğu gibi men‘ul-icmâ‘dır. Cüveynî, yukarıdaki konular dışındaki bütün alanlarda/yerlerde, münâsib mananın varlığına bağlı olarak kıyasın icrasını câiz görür. Onun, kıyâsın işlerlik alanını bu denli genişletip kıyâsa kapalı alanları minimize etmesi, kıyâsa verdiği önemin ve akılcı kişiliğinin bir yansımasıdır.

Keywords