İslam Hukuku Araştırmaları Dergisi (Jun 2024)

İslam Hukuku Açısından İntifa ile Aynı Baki Kalmayan Varlıkların Vakfı

  • Murat Peçe

DOI
https://doi.org/10.59777/ihad.1364865
Journal volume & issue
no. 43
pp. 1 – 26

Abstract

Read online

Müslümanlar, iyilik ve takvada yarışmak, tasadduk etmek gibi hayır yollarında yardımlaşmayı teşvik eden birçok nastan hareketle tarih boyunca farklı coğrafyalarda hayır müesseseleri inşa ederek infak kültürünü oluşturmuşlardır. Bu kültürün kökleşmesini sağlayan en güzide kurumlardan biri de kuşkusuz vakıf müessesesidir. Bu müessese, Asr-ı saâdet’ten günümüze değin Müminlerin sosyal ve ekonomik bağlarının güçlenmesine, kültürel ve manevi kimliklerinin oluşmasına büyük katkılar sunmuştur. Böyle güzide bir kurumun ilelebet yaşatılması için vakıfla ilgili teorik bilgilerin güncel tutulması, farklı ictihadlardan yararlanılması ve bu ictihadlar ışığında pratik uygulamaların daha işlevsel hale getirilmesi önem arz etmektedir.İslam âlimleri, Kur’ân-ı Kerîm’de vakfın meşruluğunu belirten doğrudan bir ayet bulunmadığını; tasadduk etmeyi, iyilikte yarışmayı teşvik eden ayetlerin vakıf kurumunun temelini oluşturduğunu belirtmiştir. Ayrıca vakıfla ilgili ortaya konulan hükümlerin çok az kısmının sünnet ile sabit olduğunu; bu hükümlerin büyük çoğunluğunun ise “İstihsân”, “İstislâh” ve “Örf” delillerine istinaden fakihlerin ictihadı üzerine bina edildiğini kaydetmiştir.Fakihler, vakfın meşru olduğu hususunda icma etmişlerdir. Vakfa konu olabilecek varlıklar hakkında ise farklı kanaatler sergilemişlerdir. İlgili hadislere ve Asr-ı saâdet’teki uygulamalara istinaden arazi, ev, dükkân gibi gayrimenkullerin vakfedilmesini ittifakla kabul etmişlerdir. Menkullerin vakfı hususunda ise ihtilaf etmişlerdir. Fakihlerin bir kısmı, Resûlü Ekrem’in (s.a.s.), Hz. Ömer’e (r.a.) ganimet olarak kalan arazisi hakkındaki “Dilersen arazinin aslını yanında tut, gelirini tasadduk et.” hadisinde geçen “حَبّسْتَ/hapset” lafzından hareketle, vakfedilecek malda “ebedîlik” özelliği bulunmasını şart koşmuşlardır. Zira bu kelimenin, muvakkat olan bir şeyin mefhumuna aykırılık içerdiğini belirtmişlerdir. Dolayısıyla bu vasfa haiz olmamaları gerekçesiyle menkullerin vakfını sahih kabul etmemişlerdir. Bir kısım fakihler bu niteliği şart koşmadıklarından menkullerin vakfını mutlak olarak; bazı fakihler ise birtakım kayıtlar öne sürerek caiz görmüştür.Hanefî fakihler, vakfa konu olan malın “akar” olmasını ve vakıfta “ebedîliği” genel kural/kıyas olarak kabul etmişlerdir. Bu genel kurala uygun olmamaları gerekçesiyle menkullerin mutlak anlamda vakfa konu olmayacaklarını belirtmişlerdir. Bununla birlikte bu genel anlayıştan “Akara Tabi Olan Menkuller”, “Hakkında Nas Bulunan Menkuller” ve “Örfen Vakfı Meşru Görülen Menkuller” şeklinde üçlü bir istisna yaparak bu kategorilere giren menkullerin vakfını sahih kabul etmişlerdir. Bu kaidelerin yanı sıra “Hükmen Ebedîlik” ilkesi geliştirilerek “ebedîlik” vasfı daha geniş anlamda yorumlanmıştır. Bu bağlamda fıkıh eserlerinde mütekaddimîn Hanefîler’in, dinarların, dirhemlerin, mekîlât ve mevzûnâtın vakfını sahih gördükleri kaydedilmektedir.Şâfiî âlimler, “ebedîlik” özelliğinin arsa gibi varlıklarda tam anlamıyla; kitap, at, silah gibi mallarda ise bunların ömrü kadar gerçekleştiğini belirtmiştir. Bundan hareketle belirli bir süre de olsa kendisiyle intifa mümkün olan ve aynı hemen tükenmeyen menkullerin vakfını caiz görmüşlerdir. Gıda maddeleri gibi intifa ile birlikte aynı tükenen, belirli bir süre de olsa kendisiyle yararlanmak mümkün olmayan menkullerin vakfını ise sahih kabul etmemişlerdir.Hanbelî âlimlerin çoğunluğu, Şâfiî fakihler ile aynı görüştedir. Bazı Hanbelîler ise örf ve teâmül bulunması halinde intifa ile aynı tükenen menkullerin vakfını sahih görmüştür.Vakfa konu olabilecek mallar hususunda konuya en geniş yaklaşım, Mâlikî âlimler tarafından serdedilmiştir. Onlar, vakıfta ebedîlik şartını öngörmemişler, vakfın muvakkat da olabileceğini kabul etmişlerdir. Dolayısıyla mezhepte mutemet olan görüşe göre nakit para, gıda maddeleri, kitap, elbise ve benzeri her iki sınıfta yer alan menkul malların vakfı caiz görülmüştür. Menkul malların ebedîlik şartı ile vakfedilmesi durumunda ise bunun çözüm yolunun, vakfın konusu olan malın hükmen devamı anlamına gelen “istibdâl” yolu olduğunu belirtmişlerdir. İmâmiyye de Mâlikîler ile aynı görüştedir. İslam âlemindeki hukuki düzenlemelerde ve fetva kurullarının kararlarında da Mâlikî mezhebinin görüşünün tercih edildiğini görmekteyiz.Bu bağlamda fakihlerin ictihadları, fetva kurullarının kararları, tarihteki bazı pratikler ve İslam devletlerindeki uygulamalar incelenerek vakıf kurumunun daha fonksiyonel hale gelmesi istikametinde bir kanaat ortaya konulmaya gayret edilmiştir.