Cumhuriyet İlahiyat Dergisi (Dec 2017)

Hadler Bağlamında İslam Ceza Hukukunda İtiraftan Dönme ve Hâkimin Sanığa Bu Konuda Telkini

  • Recep Çeti̇ntaş

DOI
https://doi.org/10.18505/cuid.331462
Journal volume & issue
Vol. 21, no. 3
pp. 1705 – 1738

Abstract

Read online

Öz: İslam hukukunun gayelerinin başında toplumsal hayatın dirlik ve düzen içerisinde varlığını sürdürebilmesi için belli değerlerin korunması gelir. Bu değerler din, can, nesil, akıl ve maldır. Şâri bu değerlerin korunması için onlara karşı işlenen suçlara belli cezalar koymuştur. Şâri tarafından konulan miktarı belli bu cezalara had adı verilir. İslam hukukunda hadlerin uygulanabilmesi için suçun şüpheye mahal olmayacak şekilde ispat edilmesi prensibi getirilmiştir. Bu sebeple suçun sübutunda şüphe olursa hadler uygulanmaz. Suçun sübutunda şüphe oluşturan sebeplerin başında itirafta bulunan sanığın itirafından dönmesi gelir. İslam hukukçuları itiraftan dönmenin hadleri iskat edip etmeyeceği konusunda ihtilafa düşmüşlerdir. Çoğunluk, zina, hırsızlık, sarhoşluk ve hirâbe/yol kesme gibi Allah hakkı sayılan hadlerde itiraftan dönmekle cezanın düşeceği görüşünü benimserken bazı hukukçular bunun hadleri düşürmeyeceğini ileri sürmüşlerdir. İslam hukukçularının çoğunluğu zina ve hırsızlıkta hâkimin sanığa itiraftan dönmesini telkin etmesini de müstehab kabul etmişlerdir. Buna karşılık kazif ve kısas gerektiren suçlarda itiraftan dönmenin geçerli olmadığı konusunda ittifak edilmiştir.Özet: İslam hukukunun genel maksatlarının başında toplumsal hayatın dirlik ve düzen içerisinde varlığını sürdürebilmesi için belli değerlerin korunması gelir. Bu değerler din, can, nesil, akıl ve maldır. Bu değerlerin korunması temel insan haklarındandır. Zira insanın dünyadaki mutluluğu bu değerlerin korunmasına bağlıdır. Bunlar korunmadığı zaman toplumun düzeni bozulur. Neticede insanlar dünyevî sadetlerini kaybedecekleri gibi uhrevî saadetlerini de kaybederler. Bu sebeple Şâri’ bu değerlere karşı işlenen suçlar için belirli cezalar koymuştur.İslam hukukunda Şârî’ tarafından konulmuş olan miktarı belli bu cezalara had (ç. hudûd) adı verilir. İslam hukukçuları hadleri; hadd-i zina, hadd-i kazif, hadd-i sirkat, hadd-i hırâbe, hadd-i hamr ve hadd-i sükr olmak üzere altı neve ayırıp bunlara “el-hudûdu’l-hâlisa” demişlerdir. Bu hadler insanların canlarını, mallarını, nesillerini, şereflerini ve akıllarını korumak gibi kullara ait birtakım maslahatları temin etmek için meşru kılınmıştır. İslam hukukuna göre bu hadlerin uygulanabilmesi için suçun şüpheye mahal olmayacak şekilde ispat edilmesi gerekir. Zira suçun sübutunda şüphe olursa hadler uygulanmaz. Suçun sübutunda şüphe oluşturan sebeplerin başında itirafta bulunan sanığın itirafından dönmesi gelir. İslam hukukçuları itiraftan dönmenin hadleri iskat edip etmeyeceği konusunda ihtilafa düşmüşlerdir. Osman el-Bettî (143/760 [?]), İbn Ebû Leylâ (148/765) ve zâhirîler sanığın itirafından dönmesiyle hadlerin düşmeyeceği görüşünü ileri sürmüşlerdir. Dört mezheb imamının dâhil olduğu İslam hukukçularının çoğunluğu ise bu konuda sabit olan naslar çerçevesinde fert ve kamu yararını gözeterek zina, hırsızlık, şarhoşluk ve yol kesme suçlarında itiraftan dönmekle hadlerin düşeceği konusunda görüş birliği etmişlerdir. Buna mukabil insanlara zina isnadında bulunma, çalınan malın sahiplerine iadesi, aynı zamanda yol kesme davalarında suçlunun itirafından dönmesiyle yolcuları öldürme ve onlardan alınan malların tazmin yükümlülüğünün düşmeyeceği konusunda görüş birliği etmişlerdir. Keza İslam hukukçuları ceza davalarında hâkimin sanığa itirafından dönmesini telkin edip edemeyeceği konusunda ihtilafa düşmüşlerdir. İbn Hazm gibi bazı hukukçular hâkimin sanığa telkinde bulunmasının caiz olduğu görüşünü kabul etmemişlerdir. Buna mukabil dört sünnî mezheb imamının dahil olduğu İslam hukukçularının çoğunluğu zina ve hırsızlıkla ilgili ceza davalarında hâkimin sanığa itirafından vazgeçmesini telkin etmesinin mendup olduğu görüşünü benimsemişlerdir. Çünkü Hz. Peygamber ve birçok sahabe hırsızlık ve zina davalarında sanığın itirafından vaz geçmesini telkin etmişlerdir. Fakat İslam hukukçularının zina ve hırsızlık dışındaki davalarda sanığın itirafından vaz geçmesi için telkinde bulunup bulunmadıklarına dair ifadelerine rastlanılmamaktadır. Hz. Peygamber'in, zina ve hırsızlık suçları konusundaki sünnetine kıyasla yol kesme (nitelikli yağma) ve sarhoşluk veren maddeleri alma gibi kamu hakkı sayılan suçlarda suç tekrar edilmediği müddetçe sanığın itirafından dönmesi için hâkimin telkinde bulunmasının caiz olduğunu söylemek mümkündür. Çünkü hukukçuların çoğunluğu bu davalarda itiraftan dönmenin caiz olduğunda ittifak etmiştir. Sanığın itirafından dönmesi caiz olunca hâkimin sanığa itirafından dönmesi için telkinde bulunması da caiz olur. Çalınan malların tazmini, zina isnadında bulunma ve cinayet suçlarında itiraftan dönmesi için hâkimin telkinde bulunmasının ise caiz olmadığını belirtmek gerekir. Çünkü bunlar kişisel haklar kapsamına girer. Bu gibi davalarda itiraftan dönme geçerli değildir.

Keywords