Cumhuriyet İlahiyat Dergisi (Dec 2020)

İbn Hazm'ın Usul Anlayışında Te’vil

  • Rifat Yıldız

DOI
https://doi.org/10.18505/cuid.786517
Journal volume & issue
Vol. 24, no. 3
pp. 1199 – 1217

Abstract

Read online

Nassların anlaşılması ve metinlerinin yorumlanması fıkıh çalışmalarında birçok ekolün ve âlimin faaliyetlerinin merkez noktası olmuş, bunun sonucunda her bir usûl ekolü nassları sahih bir biçimde anlamak ve yorumlamak amacıyla kendi usûl anlayışlarına uygun bir yöntem bulma arayışına girmişlerdir. Bu amaçla fıkıh ekolleri kendilerine has bazı yöntemler geliştirmişlerdir. Fıkıh ekollerinin istinbât ettikleri hükümler arasındaki temel farklılıkların genelde bu metot farklılıklarından kaynaklandığı söylenebilir. Nassları dilsel yapı ve örgüsü üzerinden anlama ve yorumlama çabalarının biri de te’vildir. Bu nedenle fıkhî ekollerin hüküm elde etme yöntemlerini doğru olarak tespit edebilmek için te’vil anlayışlarının da bilinmesi gereklidir. Bu bağlamda lafzın dildeki zâhiri anlamını esas alan ve nassların manâ örüntüsünü dilin kuralları çerçevesinde halletmeyi hedefleyen Zâhirî te’vîl düşüncesi önem arz etmektedir. Bu amaçla Zâhirî düşüncenin önde gelen âlimlerinden İbn Hazm’ın (öl. 543/1148) te’vil anlayışı bu düşüncenin fıkıh ve usûl anlayışlarının tespitinde önemli bir konumdadır. Bu çalışmada İbn Hazm’ın eserleri incelenerek te’vil anlayış ve yönteminin fıkha/fürûa nasıl yansıdığı, fıkhî çıkarımları üzerinden incelenmeye çalışılacaktır. Söz ve yazıya dökülen her dilsel ifadenin bir gayesi vardır. Kur’an muhatap aldığı toplumlara seslenirken bizzat kullandıkları dili kullanmıştır. Kur’an özellikle bir yandan muhataplarına mesajlarını doğru ve anlaşılır bir şekilde iletmek için onların kullandıkları dili kullanırken diğer yandan dinî dilin doğası gereği gaybî konularda da dilin doğal yapısından uzaklaşmadan kendine has bir üslup kullanmıştır. Bu nedenle kullanılan dili anlamak ve yorumlamak için metinlerin lafızlarını dikkate almak gerekir. Te’vil lafzı “dönüp gelmek, dönüp varmak manasına gelen” ‘evl’ kökünden türemiş olup sözlükte ‘döndürmek, bir şeyi hedeflenen son noktaya ulaştırmak, sözü gereği gibi inceleyip son kertede nakledilebileceği anlama yormak’ anlamına gelmektedir. Te’vil lafzı ilk dönem ilim çevrelerince tefsir kelimesiyle aynı anlamı ifade edecek şekilde kullanılmış ve Kur’an tefsiri olarak kaleme alınan eserler adlandırılırken tefsir yerine te’vil sözcüğü tercih edilmiştir. Tefsirle te’vil arasındaki ayrıma işaret eden ilk dirayet tefsirinin yazarı Mâturîdî, tefsir kelimesini ‘ilahi kelam olan Kur’an’ın mana ve maksadının ne olduğunun kesin bir çimde ifade etme’ diye açıklarken, tefsir işlemini sadece Kur’an ve Sünnet’i bilen sahâbelerin yapabileceğini söyler. Te’vil işleminde yapılan te’villerin geçerli olup olmadığı hususunda usûlcüler arasında görüş ayrılığı olsa da te’vil özü itibariyle caizdir. Gerek Hz Peygamber zamanında gerekse onun vefatı sonrası bu konuda sahabe tarafından yapılmış birçok te’vil örneği bulunmaktadır. Dilin menşei konusuyla ilgili birçok tezden birine göre dilin kökeni tevkifîdir. Başka bir ifadeyle dil insana yüce bir güç tarafından (Allah) öğretilmiştir. İbn Hazm da bu görüşü savunur. İbn Hazm’a göre dilin temel öğeleri/unsurları Allah tarafından Âdem’e (a.s) öğretilmiş sonrasında ise insanlar bu dili ihtiyaçları nispetinde geliştirmişlerdir. Dolayısıyla lafızların delaletleri Allah’ın bildirimleri ve dilsel tecrübeye bağlıdır. Nitekim Allah, dilin örfünde başka manâlar için kullanılan salât, savm, hac ve benzeri lafızlara yeni anlamlar yüklemiş ve yüklenen yeni anlamlar bu kelimelerin manâları için hakikat kabul edilmiştir. Usûlde fukaha yöntemini benimseyen usûlcüler, şer’î delillerden hüküm istinbât yöntemlerinde lafızların taksimini genel olarak lafızları vaz’ olundukları anlam açısından âm, hâs, müşterek ve müevvel; vaz’ olundukları anlamda kullanılıp kullanılmaması yönünden de hakîkat, mecaz, sarîh ve kinâye diye şeklinde yapmışlardır. Hitabın zâhirini esas alan Zâhirî usûlcü ve fakihler açısından tevil meselesi diğer ekollere göre farklı bir anlam ifade etmektedir. Nassların zâhiri öncelikli ve esas olduğuna göre, nassların zâhirinden vazgeçip muhtemel başka bir manâya geçebilmenin belli bir usûl, ilke ve kuralının olması gerekir. İbn Hazm, emir sığasının hükme delâleti hakkında usûlcüler arasında farklı görüşlerin bulunduğunu belirtmektedir. İbn Hazm, bazı Hanefî, Mâlikî ve Şâfiî usûlcülere göre emrin hükümlere delâleti hakkında; vücûb, tahrim, nedb, ibahâ ve kerahet olduğuna dair bir delil bulunmadığı sürece tevakkuf edileceği ve herhangi bir hükme hamledilemeyeceğini belirtir. İbn Hazm, âm lafzın delâleti hususunda usûlcülerin ihtilaf ettiklerini; bazı usûlcülere göre âm, ihtiva ettiği tüm manâlarına hamledileceği; bazı usûlcülere göre ise âm lafız herhangi bir delille tespit edilemediği sürece ne âm ne de hâs manâsına yorumlanacağı sadece tevakkuf edileceğini söylemektedir. İbn Hazm’ın usûl anlayışı iyice irdelendiğinde genelde lafızların zâhir anlamlarına itibar ettiği, Kur’an, Sünnet, icmâ ve akli deliller bulunmadıkça te’vile başvurmadığı görülmektedir.

Keywords