Cumhuriyet İlahiyat Dergisi (Jun 2017)

Nazarî Tasavvuf Geleneğinin El Kitabı: Muhtevası ve Tesirleri Bağlamında Sadreddin Konevî’nin Miftâḥu’l-ġayb’ı

  • Betül Gürer

DOI
https://doi.org/10.18505/cuid.282791
Journal volume & issue
Vol. 21, no. 1
pp. 393 – 423

Abstract

Read online

Tasavvuf düşüncesinin en önemli isimlerinden biri olan İbnü’l-Arabî ile birlikte tasavvuf tarihi “muhakkikler dönemi/metafizik tasavvuf dönemi” olarak adlandırılan yeni bir sürece girmiştir. İbnü’l-Arabî, bu dönemin kendisine mahsus anlayışını telifleriyle teşekkül ettiren muhakkiklerin başında gelmektedir. Ancak ondan tevarüs eden irfanî malumatı düzenleyerek sistemli bir nazariyat üreten ise hiç şüphesiz Sadreddin Konevî olmuştur. Onun bu katkısının en mühim meyvesi ise kendisinden sonraki muhakkik sûfîler tarafından adeta başucu kitabı olarak kabul edilen ve nazarî tasavvuf anlayışının usul ve esaslarına tahsis edilmiş olan Miftâḥu’l-ġayb’dır. Muhtevasının yoğunluğu ve önemi sebebiyle bu eser üzerine pek çok şerh yazılmış ve böylece nazarî tasavvuf anlayışı, Konevî şârihleri vasıtasıyla Ekberî-Konevî çizgide şekillenerek Türk-İslam düşüncesinde yerini almıştır. Bu makalede, tasavvuf tarihindeki metafizik dönemin özelliklerinden kısaca bahsedilerek Miftâḥu’l-ġayb’ın muhtevası ve tesirleri hakkında bilgi verilecek, Miftâḥu’l-ġayb şârihlerinden oluşan ve bahsi geçen nazarî tasavvuf anlayışını şekillendiren Ekberî-Konevî damar, ana hatlarıyla tanıtılmaya çalışılacaktır. İslam düşüncesinin kelam ve felsefe gibi temel ilim dallarından biri olan tasavvuf, başlangıcından günümüze kadar, tasavvuf tarihçileri tarafından özelliklerine göre tasnif edilmiş bazı farklı dönemlerden geçmiştir. Bu tasnife göre, pratik ve ferdî yönü ağır basan bir zühd hareketiyle başlayan tasavvuf, yaklaşık iki asır sonra bağımsız bir ilim dalı hüviyetine kavuşmuş ve VII/XIII. yy.dan itibaren felsefî-kelamî konuların derinliğine tartışılmaya ve kaleme alınmaya başlandığı, metafizik/nazarî karaktere sahip bir sistem görünümü almıştır. “Muhakkikler dönemi” olarak da adlandırılan bu süreç, Gazzâlî’den sonra bahsi geçen pratik yönüne ilave olarak, özellikle İbnü’l-Arabî ile birlikte, hakikati elde etmeyi amaç edinen nazarî bir boyut kazanmıştır. İbnü’l-Arabî ile zirveye çıkmış olan nazarî tasavvuf düşüncesini, muhakkiklerin tabiriyle "ilm-i ilâhî"yi formel bilimler hiyerarşisine dâhil eden ise Sadreddin Konevî’dir. Konevî'nin hem nazarî tasavvuf düşüncesine hem de Ekberiye ekolüne katkısı birkaç farklı şekilde olmuştur. Bunlardan biri, onun Ekberî fikirlerin anlaşılmasına, İbnü’l-Arabî’nin eserlerinde dağınık halde olan fikirlerini düzenleyerek sağladığı katkı iken, bir diğeri telif ettiği eserlerle metafizik düşünceyi büyük ölçüde şekillendirmesidir. Konevî’nin bu telifleri arasında ilk sırayı, tasavvuf tarihinde İbnü’l-Arabî ile birlikte ortaya çıkan yeni dönemin el kitabı sayılabilecek eseri Miftâḥu’l-ġayb’ı almaktadır. Miftâḥu’l-ġayb, muhtevası, metodu ve kendi devrine kadar dile getirilmemiş bazı fikirleri ileri sürmesiyle hem tasavvuf tarihini hem de İslam düşünce tarihini şekillendiren bir tesirde bulunmuştur. Muhakkikler dönemi denilen yeni dönemin temel metinlerinden biri olan Miftâḥu’l-ġayb’ın düşünce tarihinde özel bir dönemle özdeşleşecek kadar önemli olan yönü, sadece bu teorik sahayla ilgili bilgiler vermesi değil, aynı zamanda verdiği bu bilgileri değerlendirme yöntemlerinden bahsetmesi ve bu tarz bilgilerin kaynaklarından ve bu sahanın kendisine mahsus ilkelerinden söz etmesidir. Başka bir deyişle eser, ait olduğu doktriner tasavvuf alanının usul kitabı olma özelliği taşımaktadır. Muhtevasından kaynaklanan bu özelliğinin yanında Miftâḥu’l-ġayb’ı tasavvuf tarihinde önemli kılan, iki hususiyeti daha vardır. Bunlardan ilki şudur: Müellif, ilm-i ilâhî olarak adlandırdığı metafiziğin konusunu, ilkelerini ve meselelerini bu eserinde belirlemiştir. Konevî’nin bu faaliyeti ile tasavvuf ilmi, formel bilimler hiyerarşisinde yer edinmiştir. Miftâhu'l-gayb'ın ikinci önemli özelliği ise şudur: Eser, tasavvufun oto-kritik özelliğine sahip olan bir ilim haline gelmesinde büyük katkılar sağlamıştır. Zira Konevî bu eserde, sûfînin bilgisini test edebileceği birtakım ölçütler tespit etmiştir. Bunlar sahih marifeti batıl olandan ayırmaya yarayan birtakım kaidelerdir. Yani, müşâhede yöntemi neticesinde elde edilen bilginin değeri hakkında bir bilinç sağlayan bu prensipler, keşfî bilginin değerini ortaya koyduğu gibi aynı zamanda tasavvufun da kendisine mahsus bilgi elde etme yöntemi olan bir sistem olduğunu ispatlamaktadır. Konevî’nin, Miftâḥu’l-ġayb vasıtasıyla yaptığı bu katkı yani, tasavvufun müdevven ilimler tasnifinde müstakil bir yer edinmesini sağlaması ve sûfîlerin bilgi elde etme yöntemi olan müşâhede yönteminin geçerliliğinin ve keşfî bilginin değerini ortaya koyması tasavvuf tarihinin ilklerindendir. Miftâḥu’l-ġayb, bahsi geçen özelliklerinden dolayı Osmanlı entelektüellerinin yoğun ilgisini görmüş ve üzerine pek çok şerh yazılmıştır. Sadreddin Konevî'nin eserleri arasında üzerine çok sayıda şerh yazılan tek kitap Miftâhu’-gayb'dır. Bunun sebebi Miftâḥu’l-ġayb'ın muhtevasının şerhe ihtiyaç duyacak kadar yoğun ve mücmel olması ve eserin Konevî'nin diğer eserlerindeki görüşlerinin özü/özeti olmasıdır. Bu sebeple, Miftâhu'l-gayb'ın muhtevasının tahlili ve bu eser üzerinde oluşan literatürün incelenmesi, Osmanlı ilim geleneğinin temel dinamiklerinin gün yüzüne çıkması için büyük ehemmiyet arz etmektedir. Miftâḥu’l-ġayb'ın şârihi belli olan altı ve şârihi bilinmeyen iki tane olmak üzere toplam sekiz adet şerhi bulunmaktadır. Bu şerhleri kaleme alan müellifler: Molla Fenârî, Kutbüddinzâde İznikî, Ahmed İlâhî, Abdullah Kırımî, Osman Fazlı Atpazârî, Abdurrahman Rahmi Bursevî ve isimleri bilinmeyen iki şârihtir. Bu şerhler sayesinde, Ekberî fikirler, Osmanlı entelektüel hayatına intikal ederek onun temelini teşkil etmiş, genelde Türk düşüncesi, özel de ise Osmanlı düşüncesi, bu fikirler etrafında gelişerek sahip olduğu kimliği kazanmıştır. Burada isimlerini zikrettiğimiz Miftâḥu’l-ġayb şârihlerinden ve İbn Arabî takipçilerinden oluşan fikri mektebe Ekberiye ekolü denmektedir. İşte bu ekolde Miftâhu'l-gayb'ının şârihlerinden oluşan ve “Konevî takipçileri” olarak adlandırabileceğimiz grup, ekolün diğer üyelerinden yöntem ve üslup noktasında farklılaşmaktadır. Çünkü Miftâhu'l-gayb şerhlerinde göze çarpan husus şârihlerin meselelere yaklaşım tarzlarının ve eserlerin muhtevasının Konevî’nin sistemi çerçevesinde şekillenmesidir. Zira şârihler eserlerinde Konevî'nin ele aldığı konulara odaklandığı gibi, mevzûlara yaklaşımlarında da Konevî'nin yöntemini izlemişlerdir. Dolayısıyla Ekberiye ekolünde Konevî takipçileri İbnü’l-Arabî takipçilerinden kısmen farklılaşmış ve Konevî takipçilerinden oluşan bu mektep de kendine ait husûsî bir yöntemi olan bir damar/ekol halini almıştır. Bu damarın şekillenmesinde en büyük katkı ise elbette ki Molla Fenârî'ye aittir. Zira Miftâḥu’l-ġayb'ın ilk şârihi olması, kendisinden sonra kaleme alınan diğer şerhlere etki etmesini ve onları şekillendirmesini sağladığı gibi, aynı şekilde Molla Fenârî'nin mevzûları ele alış yöntemi ve izahlarında mantık kaidelerini kullanması, filozofların yöntemlerini dikkate alarak meselelere açıklık getirmesi, üzerinde durduğumuz Konevî çizgisinin şekillenmesinde önemli rol oynamıştır. Nitekim Miftâḥu’l-ġayb şerhlerinin hemen hepsinde Molla Fenârî’nin etkisi açıkça görülmektedir. Kısaca, Ekberiye geleneğindeki Konevî damarının, Konevî'nin yöntemlerini kullanmasıyla şekillenmiş ve Molla Fenârî'nin yaklaşım tarzıyla gelişmiş bir sistem olduğu söylenebilir. Ancak bu çizginin gerek yaklaşım tarzı ve gerekse ilgi alanı itibariyle Ekberiye ekolünün dışında olduğu asla düşünülmemeli bilakis, Konevî çizgisinin, Ekberî gelenek içerisinde tezahür etmiş, nev’i şahsına münhasır özellikleri olan, bir tavır ve damar niteliği taşıdığına dikkat edilmelidir.

Keywords