Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi (Dec 2021)

Edebî Bir Sanat Olarak Aksu’z-Zâhir (Nefyu’ş-Şey’ bi-Îcâbihî) ve Kurân-ı Kerîm’de Kullanımı

  • Hüseyin Ersönmez

DOI
https://doi.org/10.35415/sirnakifd.983959
Journal volume & issue
no. 27
pp. 48 – 64

Abstract

Read online

Bu çalışmamızda genel olarak “sözün zâhir/görünen anlamının dışında başka bir şeyi kastetmesi” olarak da tanımlayabileceğimiz aksu’z-zâhir sanatı ele alınmıştır. İlk dönemlerden itibaren bu sanatın belâgat kitaplarında nasıl işlendiği ve kullanım alanlarının nereler olduğu incelenmiştir. Bu sanatta kullanılan lafızlar çok açık olmayıp ilgili söz sanatının anlaşılması hitap eden kişinin ve muhatap kitlenin edebî zevki ve zeka seviyesiyle ilgilidir. Bu sanat bazı belâgat alimleri tarafından mübâlağa, kinâye ve mecazla ilişkilendirilmiştir. Bu edebî sanat Câhiliye dönemi başta olmak üzere hemen hemen bütün dönemlerde Arap şiirinde kullanılmıştır. Çalışmamızda İbn Reşîk, İbnu’l-Esîr ve İbn Ebi’l-İsbâ‘ gibi önemli belâgat alimlerinin bu sanata dair görüşleri verilerek bunlar üzerinden genel bir değerlendirme yapılmıştır. Ayrıca klasik Arap şiirinden örnekler verilerek konu zenginleştirilmiştir. Çalışmamızda ilk dönemlerden başlayarak bu sanatı ele alan belâgatçıların görüşleri zikredilmiştir. Şöyle ki, İbn Reşîk bu edebî sanatı “babu nefyu’ş-şey bi îcâbihi” başlığı altında incelemiş ve mübâlağa ile ilişkilendirmiştir. Ona göre bu sanatla kurulmuş bir cümleye bakıldığında zâhiren olumlu olmasına rağmen cümlenin bâtını/asıl anlamı olumsuzdur. Aksu’z-zâhir isimlendirmesini ilk olarak kullanan ve müstakil bir başlık altında ele alan İbnu’l-Esîr’e göre bu sanat, zâhiren mevsûfun bir sıfatının nefyedilmesi olup esasen mevsûfun kendisinin nefyedilmesidir. Ona göre, bu sanat Arap dilinde çok kullanılmaz. Çünkü kişi lafzın delâlet ettiği mananın dışında bir karîne bulunmazsa söylenileni anlamayabilir. Bu kârine olmadıkça da konuşan kişinin maksadı anlaşılmaz. Dolayısıyla İbnu’l-Esîr bu sanatın anlaşılması için bir karînenin olması gerektiğini söylemiştir. Ayrıca İbnu’l-Esîr bu sanatta kullanılan lafızların çok açık olmadığından çokça kullanılmasını ağdalı bulur. İbn Reşîk ve İbn Esîr’den sonraki belâgat âlimleri ise bu iki ismi takip etmişler ve benzer tanım ve örnekler vermişlerdir. Bu bağlamda çalışmamızda İbn Hicce el-Hamevî, es-Suyûtî, er-Râfi‘î ve İbn Âşûr gibi bazı önemli dilcilerin görüşlerine de yer verilmiştir. İbn Reşîk aksu’z-zâhir’i mübalağayla, İbn Ebi’l-İsbâ‘ ise mecâz ile birlikte değerlendirmiştir. Bunun yanı sıra İbn Âşûr ise bu sanatı kinâye ile ilgili olarak ele almıştır. Bu durumla alakalı olarak şunu söyleyebiliriz ki, kinâye ve mecâz sözün zâhiri manasının dışında bir şeyi ifade etmeleri bakımından birbirlerine benzemektedirler. Ancak mecâzda sözün gerçek anlamının anlaşılmasını engelleyecek bir karîne bulunurken kinâyede böyle bir karîne söz konusu değildir. Dolayısıyla bu açıdan bakıldığı zaman aksu’z-zâhir kinayenin altında değerlendirebilir. Bununla birlikte kinâyeninde bir yönüyle mecâz olduğunu düşünürsek bu sanat daha geniş bir çatı olan mecâzın altında da ele alınabilir. Sonuç olarak belâgat alimleri bu sanatı farklı bablar altında ele almışsa da ifade ettiği mana bakımından genellikle aynı şeyleri söylemişler ve benzer örnekleri vermişlerdir. Bu sanat için İbn Reşîk, İbn Ebi’l-İsbâ‘ ve el-Hamevî gibi dilciler “nefyu’ş-şey bi-îcâbihi” isimlendirilmesini kullanmaktadırlar. İbnu’l-Esîr ise bu sanatı “aksu’z-zâhir” olarak ifade etmektedir. İbn Ma‘sûm ise Envâru’r-Rebî‘ adlı eserinde bazı dil âlimlerinin “nefyu’ş-şey bi-nefyi lâzimihi” şeklinde de isimlendirdiğini söylemiştir. Bunlardan “nefyu’ş-şey bi-îcâbihi” isimlendirmesi en yaygın olarak kullanılandır. Diğer belâgat sanatlarının birçoğunda olduğu gibi aksu’z-zâhirle ilgili örneklere de Kurân-ı Kerîm’de çokça rastlamakatyız. Bu anlamda çalışmamızda son olarak ise Kurân-ı Kerîm’de bu sanatın kullanıldığı bazı ayetlerin tespiti yapılarak bazı müfessirlerin ve belâgatçıların görüşleri aktarılmıştır.

Keywords