Cumhuriyet İlahiyat Dergisi (Jun 2020)
Hz. Peygamber’e Soru Sorma Yasağı - Tarihi Gerçekliği, Mahiyeti ve Hikmeti
Abstract
Hadis kaynaklarımızda sahabenin bir dönem Hz. Peygamber’e (s.a.v) soru sormaktan geri durdukları rivayet edilmekte ve bu durum genellikle el-Mâʾide 5/101 âyet-i kerîmesi ile ilişkilendirilmektedir. en-Nevvâs b. Semʿân (öl. 50/670), Ebû Umâme el-Bâhilî (öl. 86/705) ve Enes b. Mâlik (öl. 93/711-12) soru sormanın kendilerine yasaklandığını söyleyen sahâbiler arasında yer alır. Soru sormanın önceden farz olmayan bazı uygulamaların farz olmasına sebep olabileceği endişesi yine bu rivayetlerde dikkat çekmektedir. Hadis kaynaklarında Hz. Peygamber’e yöneltilmiş onca soruların varlığına rağmen, Hz. Peygamber’in uyguladığı bir tür soru sorma yasağından bahsetmek mümkün müdür? Makalenin temel eksenini oluşturan bu soruya, özellikle el-Mâʾide 101’in nüzûl sebepleri arasında zikredilen rivayetleri tarihsel bağlam ve iç tutarlılık (internal coherence) ilkelerince tümevarımsal şekilde değerlendirerek cevap arayacağız. Araştırmamız bu yönüyle çok ve gereksiz soru sormanın kerih görülmesi şeklindeki yaklaşımlardan farklılık arz etmekte ve ayrılmaktadır. Medine’ye dışarıdan gelen bedevi ve ziyaretçi grupların istisna edildiği bu yasağın önce tarihlendirilmesi ve mahiyetini ele alacağız. Daha sonra bu bağlamda rivayet edilen Hz. Peygamber’in hac ibadetinin her yıl mı olduğuna dair soruya verdiği cevabının teolojik uzantıları üzerinde duracağız. Bu çerçevede Hz. Peygamber’in dini hükümlerin belirlenmesindeki konumuna dair rivayetler değerlendirilecek, soru sorma yasağı ile Hz. Peygamber’in dini hükümleri teblîg ve tebyîn görevleri arasındaki ilişki tartışılacaktır. Makalenin son kısmında soru sorma yasağı, sorunun cevabın yönü ve mahiyeti üzerindeki etkisini konu alan Hans-Georg Gadamer’in “sorunun hermenötik üstünlüğü (Der hermeneutische Vorrang der Frage)” prensibi çerçevesinde değerlendirilecektir.Özet: Kurʾân-ı Kerim’de ve hadis-i şeriflerde, Hz. Peygamber’e bir çok soru sorulduğu ve Hz. Peygamber’in bunları bazen vahiy bilgisi bazen de kendi içtihadı ile cevaplandırdığı bildirilmektedir. Günlük dini hayatın ihtiyaçları dışında kalan kıyametin saatine dair soruları ve mucize taleplerini ise Hz. Peygamber hoş karşılamamıştır. Bir kısım rivayetler Hz. Peygamber’in yeni dini hükümlere yol açacak ya da mevcut dini hükmü daha da zorlaştıracak türden soruları kerih gördüğünden bahseder. Bu durumu en-Nevvâs b. Semʿân (öl. 50/670), Ebû Umâme el-Bâhilî (öl. 86/705) ve Enes b. Mâlik (öl. 93/711-12) gibi sahâbiler dini konularda soru sormanın kendilerine yasaklandığı şeklinde ifade etmişlerdir. Bu zamana kadar yapılan araştırmalarda bu sahabilerin bahsetmiş oldukları soru sorma yasağı sadece gereksiz ve çok soru sormanın kerih görülmesi şeklinde değerlendirilmiştir. Bunda muhtemelen hem Hz. Peygamber’e sorulmuş onca soruların varlığı hem de soru yasağının pedagojik anlamda Hz. Peygamber’in irşad metoduyla uyuşmayacağı görüşü etkili olmuştur. Bundan dolayı el-Maʾide 5/101 ayetindeki “Ey iman edenler! Size açıklandığı takdirde, sizi üzecek olan şeylere dair soru sormayın. Eğer Kur’an indirilirken bunlara dair soru sorarsanız size açıklanır” ifadeleri gereksiz soru sormanın kerih görüldüğü şeklinde yorumlanmıştır. Biz bu çalışmada Medine döneminin son yıllarında dini konulara dair gerçek anlamda bir soru sorma yasağından bahsetmenin mümkün olduğu tezini savunuyoruz.Hz. Peygamber günlük dini hayatta baş gösteren soru ve sorunlara her zaman ilgi göstermiş ve çözümler getirmiştir. Sahabenin soruları dini hükümlerin genel hatları ile belirlendiği Medine döneminin son yıllarında Hz. Peygamber’de yeni soruların yeni hükümlere yol açabileceği endişesine yol açmıştır. Hz. Peygamber bundan dolayı sahabeye “Ben size bir şey söylemedikçe, beni bırakın (bana sorular sormayın)” ve “Allah Teâlâ bazı konularda unuttuğundan dolayı değil, size karşı rahmetinden dolayı, susmuştur onları araştırıp soruşturmayın!” uyarılarında bulunmuştur. Kanaatimizce Hz. Peygamber’in bu uyarıları ile el-Mâʾide 5/101’de bahsedilen “soru sormayın” ifadesini aynı bağlamda değerlendirmek gerekmektedir. Bu durumu gereksiz soru sormanın kerih görülmesinden ziyade dini konulara ilişkin genel bir soru sorma yasağıyla açıklamak bu yönde sahabilerden nakledilen şahsi tecrübelerin sıyak ve sıbakına daha uygun olduğu görünmektedir. Enes b. Mâlik gibi küçüklüğünden beri Hz. Peygamber’in hizmetinde bulunmuş bir sahabinin “soru sormak bize yasaklanmıştı, akıllı bir bedevinin gelip soru sorması ve Hz. Peygamber’in ona vereceği cevapları dinlememiz bizi memnun ederdi” ifadesini gereksiz soru sormanın kerih görülmesi ile açıklamak yetersiz kalmaktadır. Hz. Peygamber’e dokuz on yıl hizmet etmiş ve O’nun hiçbir zaman eleştirisine maruz kalmamış Enes, sorularının gereksiz olacağı için değil, onun ifadesi ile “soru sormanın yasaklanmasından” dolayı Hz. Peygamber’e soru sormaktan geri durmuştur. Enes’in bu tutumu, el-Maʾide 5/101’deki “soru sormayın” emrinin sahabe tarafından dini hükümlere dair genel bir soru sorma yasağı olarak algılandığını ve uyguladığını göstermektedir. Araştırmalarımız bu yasağın Medine döneminin yaklaşık son üç yılında uygulandığı ve bundan bedevi ve ziyaretçi grupların muâf tutulduğuna işaret etmektedir. Bunu en-Nevʿâs b. Semʿân şöyle ifade etmeştir: “Medine’de Hz. Peygamber ile bir sene kaldım. Medine’de muhacir sıfatı ile sürekli kalmamı engelleyen tek sebep, Hz. Peygamber’e soru sorabilme arzumdu. Çünkü bir kişi Medine’ye muhacir olarak yerleşirse artık Hz. Peygamber’e soru sormazdı”. Ebû Umâme el-Bâhilî ise el-Mâʾide 101’deki ayeti kerimenin kendilerine Hz. Peygamber’e soru sormayı yasakladığını ve bundan dolayı vedâ haccı esnasında Hz. Peygamber’e kendileri adına soru sorması için bir bedeviye bir bürde verdiklerini ifade eder. Hz. Peygamber döneminde uygulanan soru sorma yasağı özü itibari ile soruların aşırı ya da gereksiz olmaları ile alakalı değildir. Yeni hükümlere yol açabileceği sebebi ile Hz. Peygamber’in o güne kadar teblîğ ve tebyîn etmediği dini konulara dair soruların genelini kapsamaktadır. Bu anlamda dini hükümlere dair soru sormanın gereksiz oluşu, soruların mahiyetinden daha ziyade, bunların Kur’an’ın indiği döneme denk gelmesi ile alakalıdır. Bununla Kur’an’ın gerekli görüp temas etmediği her sorunun bizâtihi gereksiz olduğu vurgulanmıştır. Diğer bir ifade ile gerekli olan konuların insanların sorularından bağımsız olarak zaten Kur’an tarafından açıklanacağı ve Kur’an’ın değinmediği konuların ise gereksiz olduğu belirtilmektedir. eṭ-Ṭaberî başta olmak üzere el-Ḳurṭubî, en-Nevevî, İbn Recep el-Ḥanbelî ve İbn Ḥacer el-Asḳalânî gibi alimler Hz. Peygamber döneminde soru sorma yasağının varlığından sarih bir şekilde bahsetmişler ve bunu yeni dini hükümlerin inmesine yol açabileceği endişesi ile açıklamışlardır. Hz. Peygamber’in bu bağlamda bir bedevinin “hac her yıl mı farz” sorusuna karşı, “evet deseydim, her yıl farz olacaktı” şeklinde uyarısı dini hükümlerin belirlenmesinde Hz. Peygamber’in rolu açısından önemlidir. Rivayetlerin genelinden Hz. Peygamber’in bununla dini hükümlerin mahiyetini ve kapsamını dilediği gibi tayin edebileceğini kasdetmediği, sadece muhtemel bir varsayımda doğabilecek zorluğa dikkat çektiği anlaşılmaktadır.Soru sormanın yeni dini hükümlere yol açabileceği endişesi, Hz. Peygamber’in beşerî yönüne işaret etmesi bakımından önemlidir. Teravih namazının müminlerin üzerine farz olabileceği sebebi ile cemaatle kılmaktan geri durmasında ve hac ibadetinin her yıl mı olduğu sorusuna tepki göstermesinde Hz. Peygamber’in insanların soru ve talepleri ile dini hükümlerin alanının genişleyebileceği ve müʾminlerin bunları uygulamada güçlük çekebileceği kaygısını taşıdığını görüyoruz. Bundan dolayı Hz. Peygamber etrafındaki insanlara kendilerine tebliğ edilen emirlere tabi olmalarının yeterli olacağını söylemiş, kendisinin değinmediği konularda ise soru sormamalarını talep etmiştir. Hz. Peygamber’in bu uyarısı alimlerimiz tarafından “eşyada asl olan ibaha’dır” prensibi çerçevesinde tartışılmıştır. Soru sorma yasağının teolojik uzantıları bağlamında şu sorular önem arz etmektedir: Allah Teâlâ, dinin kurallarını belirlemede mutlak yetki ve etki sahibi olduğu halde, neden insanların sorularında aşırı gitmesi sebebiyle bir şey helal iken haram ya da mübah iken farz kılınsın? Allah Teâlâ emir ve nehiylerini belirlemede insanların sorularını dikkate alır mı? İbn Ḥacer bu soruya ilişkin olarak Ehl-i Sünnet ulemasının Allah Teâlâ’nın emir ve yasaklarında taʿlil’in mümkün olduğunu yani Allah Teâlâ’nın emir ve nehiylerinde dünyalık bir sebebin olabileceğini, ancak bu sebebin emir ya da nehyin belirlenmesinde mutlak belirleyici olmadığı cevabını verdiklerini belirtir. Başka bir ifade ile İbn Ḥacer’e göre Allâh’ın ezelden takdir ettiği haram hükmünün sonradan bir insanın soracağı soru ile alakalı olması kabul edilebilir bir durumdur.Hz. Peygamber’in yeni soruların yeni hükümlere yol açabileceği kaygısı, sorunun cevap üzerindeki etkisi açısından önemlidir. Soru ile cevap arasındaki anlam etkileşimi felsefede tartışılmış ve soruların cevabın mahiyeti ve yönü üzerinde etkisi müsellem kabul edilmiştir. Makalede Hz. Peygamber’in getirdiği soru sorma yasağının böylesi felsefi bir zeminde de tartışılabilceğine işaret edilmiş ve bunun için Hans-Georg Gadamer’in “sorunun hermenötik üstünlüğü (Der hermeneutische Vorrang der Frage)” prensibine kısaca değinilmiştir.
Keywords