ULUM (Dec 2019)

Muʽtezile Kelâmında Tabiî Nedensellik Düşüncesi (Doktora Tez Özeti)

  • Ahmet Mekin Kandemi̇r

Journal volume & issue
Vol. 2, no. 2
pp. 265 – 270

Abstract

Read online

Nedensellik, kelâmcıların hem tabiî varlıklar arası etkileşimleri hem insan fiillerinin oluşumunu hem de Allah’ın âlemle olan ilişkisini izah ederken başvurdukları kavramlardan biridir. Kelâmın teşekkül döneminde insan fiilleri alanında başlayan nedensellik sorgulamaları bu fiillerin doğadaki sonuçları üzerinden devam etmiş, daha sonra yaratmanın hikmeti ve gayesi bağlamında ilahi fiillerde nedensellik konusuna evrilmiştir. Kelâm-felsefe etkileşimi ile birlikte bu tartışmalar farklı bir boyuta taşınmış; özellikle atomculuk ve tabiatçılık gibi teoriler öğrenildikten sonra bir sistem çerçevesine oturtulmuştur. Bundan dolayı nedensellik konusu anlaşılmadıkça kelâmcıların Allah-tabiat-insan arasındaki ilişkilere dair düşüncelerinin anlaşılması ve bu üç varlığın yapısı, rolü ve sınırlarının tespit edilmesi mümkün olamayacaktır. Allah’ın mutlak kudretini ispat etme ve mucizeyi temellendirme kaygısı ilk dönem kelâmcıların nedensellik ilkesini ya tümüyle reddetmesine ya da Allah’ın müdahalesine ve mucizelere imkân tanıyacak bir tarzda ele almalarına sebep olmuştur. Daha sonra bu hassasiyetlere uygun olarak yorumlanan atomculuk doktrini kelâma dâhil edilmiş; âlemin cevher ve arazlardan müteşekkil, süreksiz bir yapıya sahip olduğu ve Allah’ın cevherler üzerinde her an arazları yaratması ile tabiatın işleyişini sürdürdüğü kabul edilmiştir. Bazı Muʽtezilî âlimler ise tabiat ve nedenselliğin onaylanmasını kudret ve irade sahibi bir yaratıcının varlığını kabul etmeye engel görmemişlerdir. Bu çalışmada kelâmın ilk dönemlerinde evren tasavvuru anlamında ortaya çıkmış iki yaklaşımdan biri olan tabiat teorisi ve bunun nedensellik bağlamındaki sonuçları ele alınmıştır. Tabiat teorisi hicri II. yüzyılın sonlarında ortaya çıkmış ve yaklaşık iki asır boyunca atomculuğa alternatif bir teori olarak varlığını sürdürmüştür. Bu teoriyi benimseyen Muʻammer b. Abbâd es-Sülemî (öl. 215/830), Ebû İshâk en-Nazzâm (öl. 231/845), Ebû Osman el-Câhiz (öl. 255/869) ve Ebu’l-Kâsım el-Kaʻbî (öl. 319/931)gibi âlimler varlıklarda sabit ve kalıcı tabiatları ve doğada buna dayalı nedenselliği ve sürekliliği savunmuşlardır. Ancak bu teori, atomcu kelâmcıların tabiat teorisine ve bu teoriyi savunanlara yönelttiği eleştirilerin de etkisiyle zayıflamış ve tarih sahnesinden silinmiştir. Çalışma, giriş ve iki bölümden oluşmaktadır. Girişte, öncelikle konuya ilişkin kavramsal bir çerçeve sunulmuş ve çalışmanın problemi, yöntemi, temel kaynakları ve terminolojisi hakkında bilgi verilmiştir. Daha sonra nedensellik anlayışları ve nedenlerin sınıflandırılmasına ilişkin teorik bir zemin oluşturulmuş; felsefî ve kelâmî gelenek üzerinden düşünce tarihinde nedensellik anlayışları ve nedensellik probleminin tartışıldığı bağlamlar ortaya konmuştur. Birinci bölümde, tabiî nedensellik düşüncesine temel teşkil eden kavramlara yer verilmiş; bu bağlamda tabiatın yapısına dair cevher, araz, cisim ve halâ kavramları; tabiatın işleyişine dair de maʻnâ, tabiat, kümûn-zuhûr, iʻtimâd, hareket-sükûn, fenâ-bekâ ve tevlîd/tevellüd teorileri incelenmiştir. İkinci bölümde ise öncelikle tabiat teorisinin felsefî kökleri araştırılmış, ardından bu teoriye dayanan tabiî nedensellik düşüncesi ile bunun karşısında yer alan iʻtimâd-tevlîd ile âdet-iktirân teorilerinde neden-sonuç ilişkilerinin nasıl izah edildiği ele alınmıştır. Daha sonra tabiî nedensellik düşüncesinin isbât-ı vâcib, ilâhî fiiller ve bunların tabiat ile ilişkisi, tabiat kanunları, mucize ve sürekli yaratılış konularındaki sonuçları, bu düşünceye yöneltilen eleştiriler göz önünde bulundurularak tartışılmıştır.Tabiatçılık konusunda göz önünde bulundurulması gereken ilk husus düşünce tarihi boyunca birbirinden farklı tabiatçı teorilerin olduğudur. Bu noktada tabiatçı kelâmcıların tabiat teorisi ile ateist ve deist tabiatçı anlayışlar arasında önemli farklar olduğu gibi, söz konusu kelâmcıların kendi aralarında da farklılıklar bulunmaktadır. Varlıklardaki sabit ve kalıcı tabiatlar ve doğada buna dayalı bir nedensellik ve süreklilik olduğu konusunda fikir birliği yapan tabiatçı kelâmcılar, bu kabullerini dayandırdıkları kozmoloji anlayışlarında ayrışmaktadırlar. Muʻammer ve Kaʻbî atomcu doktrine dayanan bir tabiatçılığı kabul ederken, Nazzâm ve Câhiz, temelinde anti-atomculuğun ve kümûn-zuhûr düşüncesinin yer aldığı bir tabiat teorisi geliştirmişlerdir. Muʻammer ve Kaʻbî’nin atomculuk anlayışlarının da birbirinden farklı olduğunu dikkate aldığımızda Muʻtezilî kelâmcılar arasında üç farklı tabiat teorisinin olduğu görülmektedir.Tabiat teorisindeki farklılıkların yansımalarını nedensellik anlayışlarında da görmek mümkündür. Atomcu tabiatçılar daha katı bir nedensellik anlayışına sahipken, anti-atomcu tabiatçılar ilahi müdahaleye ve mucizelere imkân tanıyan ılımlı bir nedensellik teorisini benimsemişlerdir. Buna rağmen tabiatçı kelâmcıların tamamı hem kendi mezheplerinden hem de muhalif mezheplerden yoğun eleştiriler almıştır. Bu eleştirilerin başında tabiatların ve nedensellik ilkesinin kabulünün hudûs delilini çökerteceği, ilahi fiilleri sınırlandıracağı, varlıkları Allah’tan müstağni kılacağı ve mucizeleri imkânsız hale getireceği gibi hususlar gelmektedir. Tabiî nedensellik karşıtları ise iki kategoride değerlendirilebilir. Basra ekolü tabiatçılığı reddetmekle birlikte tevlîd, iʻtimâd ve âdet teorilerine dayanan ve bazı konularda zorunluluğu bazı konularda ise tecvîzi içeren bir anlayışı benimsemiştir. Buna karşılık ilk dönem Eşʻarîler, atomculuk yorumlarının bir sonucu olarak varlıklar arası tüm ilişkileri âdetullah kavramı ile açıklama ve nedensellik ilkesini bütünüyle reddetme eğiliminde olmuşlardır.Tabiî nedenselliğe yöneltilen eleştirilere baktığımızda, özellikle Muʻammer ve Kaʻbî’nin nisbeten katı bir nedensellik anlayışını savunması ve Allah’ın varlıklar üzerindeki etkinliğini kısıtlayıcı bazı ifadeler kullanması bu eleştirilerin bertaraf edilmesini güçleştirmektedir. Onların tabiat ve nedensellik anlayışlarına ilişkin birincil kaynakların günümüze ulaşamamış olması da bu durumu pekiştirmektedir. Buna rağmen tabiatçı kelâmcıları ateist ve deist tabiatçı anlayışlarla bir tutmanın isabetli olmadığı kanaatindeyiz. Zira tabiatçı kelâmcıların tamamı tabiatların ve nedensel yasaların sadece arazlar üzerinde etkili olabileceğini, yeni bir cisim ve cevher yaratmanın sadece Allah’ın kudreti dâhilinde olduğunu; ayrıca cisimleri ve cevherleri yaratması itibarıyla bunların meydana getirdiği tüm fiillerin dolaylı fâilinin de Allah olduğunu kabul etmiştir. Ancak Nazzâm ve Câhiz, Allah’ın dilediğinde bu tabiatlara ve yasalara engel olabileceğini, bunların aksine eylemlerde bulunabileceğini belirterek ilahi etkinliğe ve mucizelere daha geniş bir alan bırakırken; Muʻammer ve Kaʻbî Allah’ın kendi yarattığı tabiatlar ve kanunlar çerçevesinde eylemde bulunabileceğini, dolayısıyla mucizelerin de ancak bu kanunlar çerçevesinde meydana gelebileceğini savunmuştur. İlahi fiillerin nedensellik ilkesi çerçevesinde meydana geleceğine ilişkin kısıtlayıcı ifadeleri, tabiatçı kelâmcıların Allah’ın kudretinin sınırlı olduğunu veya varlıkların Allah üzerinde tahakküm kurduğunu düşündükleri anlamına gelmemektedir. Bilakis onlar Allah’ın, dilerse varlıkları bu tabiatlar olmadan da yaratabileceğini belirtmişlerdir. İlahi eylemlerin sınırlı olmasını ise Allah’ın varlıkları bu şekilde yaratmış ve tabiat kanunlarını bu şekilde takdir etmiş olmasına dayandırmışlardır. Yani ilahi fiillere sınırlama getiren yine Allah’ın kendi iradesi olmaktadır. Dolayısıyla Allah’ın mutlak kudretine bir halel getirilmemektedir. Öte yandan varlıkların tabiatlar ve nedensellik ilkesi gereği hareket etmesi, onların bütünüyle Allah’tan bağımsız bir şekilde varlıklarını sürdürebileceklerini anlamına da gelmemektedir. Çünkü var olmak için başkasına muhtaç olan bir varlığın, varlığını sürdürmek için tam bir bağımsızlığa sahip olabileceğini düşünmek tutarlı değildir.

Keywords