İslam Hukuku Araştırmaları Dergisi (Jun 2022)

Hanefî Usûlcülere Göre Mahallü’l-Haber Kavramı: İhbârın Konusunu Oluşturan Meseleler

  • Fetullah Yılmaz,
  • Yavuz Gönan

Journal volume & issue
no. 39
pp. 61 – 91

Abstract

Read online

Şerʿî bilgi ve hükümlerin temel kaynaklarından olan Sünnet ile ilgili pek çok mesele bulunmaktadır. Fıkhî hükümlerin önemli bir bölümünü oluşturan haber-i vâhidler bunlardan birisidir. Haber-i vâhidin bilgi ve kaynak olma değeri çokça işlenmiş olduğu halde, onun ilgili olduğu konu bakımından delil oluşu günümüzde pek dikkat çekmemiştir. Haber-i vâhid fakih ve usulcüler tarafından hüccet kabul edilmekte ve farklı yönlerden ele alınmaktadır. Esasında haber; haberi aktaran taraf, haberin aktarıldığı taraf ve haber konusu olmak üzere üç unsurdan müteşekkildir. Özellikle haber-i vâhidin hüccet olabilmesi noktasında Hanefîler; haberi aktaran tarafla ilgili şartların yanı sıra- diğer mezheplerin aksine konu başlığı yapmak suretiyle- haberin konusu ile ilgili de birtakım şartlar ileri sürmüşlerdir. Haberin aktarıldığı taraf, hâkim veya müftü olabileceği gibi mükellef bir şahıs da olabilir. Bu durumda mevcut habere istinâden hâkim veya müftü, birileri lehinde veya aleyhinde hüküm tesis ederken mükellef de kendi lehinde veya aleyhinde hüküm tesis edebilecektir. Dolayısıyla haber-i vâhid, hukuken ve vicdanen bağlayıcı olacaktır. İslâm hukuk nazariyesinde haklar, temelde “Allah hakları” ve “kul hakları” olmak üzere ikiye ayrılır. Mahallü’l-haber konusunu bu taksimat ışığında ele alan Hanefîler; ilgili haklardan herhangi birini kapsayan haberin hukuken geçerliliğini birtakım şartlara bağlamışlardır. Hanefîler Allah haklarından biri olan ibadetleri konu edinen haberlerin hüküm kaynağı olması için râvînin akıl, zapt, adalet ve Müslüman olma özelliklerine sahip olmasını gerekli görmüşlerdir. Bu noktada râvî sayısı onlara göre şart değildir. Allah haklarından bir diğeri olan ukûbât alanında özellikle had cezasını gerektiren suçları konu edinen haber-i vâhidlerin hüküm kaynağı olması konusunda Hanefîler iki farklı yaklaşım sergilemişlerdir. Bu yaklaşımlardan ilkine göre had cezalarının haber-i vâhidle ispatı câizdir. Bu görüş sahipleri bu noktada haber-i vâhidi, kesin ispat delillerinden olan beyyine ile mukayese etmekte ve nihayetinde câiz görmektedir. İkinci yaklaşıma göre ise câiz değildir. Çünkü onlara göre haber-i vâhidin, beyyine ile mukayesesi mümkün değildir. Hanefîler kul haklarını kendi içinde salt ilzam edici özellikte olan, salt ilzam edici özellikte olmayan ve bir yönden ilzam edici özellikte olan kul hakları olmak üzere üç kısımda ele almaktadırlar. Salt ilzam edici özellikteki kul haklarını konu edinen haberlerin hüküm kaynağı olabilmeleri için râvî ile ilgili benimsedikleri şartların yanı sıra râvînin velâyet ehliyetine sahip olmasını, şahitlik bildiren ifade kullanmasını ve gerekmesi halinde gerekli miktarda şahidin bulunmasını şart koşmaktadırlar. Salt ilzam edici özellikte olmayan kul haklarını konu edinen haberlerin hüküm kaynağı olabilmeleri için râvînin mümeyyiz olmasını yeterli görmektedirler. Bir yönden ilzam edici özellikte olan kul haklarını konu edinen haberlerin hüküm kaynağı olması noktasında ise Ebû Hanîfe, râvîde bulunması gereken şartların yanı sıra şahit sayısını ve adalet vasfının bulunmasını şart koşmaktadır. Buna karşın Ebû Yûsuf ve İmam Muhammed ise râvînin mümeyyiz olmasını yeterli görmektedir. Haber-i vâhid kavramı terim anlamıyla dikkate alındığında bundan özellikle ilk üç dönemde; yani sahabe, tabiûn ve tebe-i tâbiîn dönemlerinde rivayet edilen haberler anlaşılır. Genel anlamıyla dikkate alındığında ise ilk üç dönemin yanı sıra sonraki dönemlerde en az bir kişi tarafından aktarılan haberler anlaşılır. Hadisçiler ve mütekellimin usulcüler genel olarak terim anlamı doğrultusunda bir haber-i vâhid teorisi geliştirirken Hanefîlerin, kavramın genel anlamını dikkate alarak teori geliştirmeye çalıştıkları söylenebilir. Terim anlamı doğrultusunda geliştirilen haber-i vâhid teorisi sadece râvî merkezli olup haberin hüccet değeri râvî ile ilgili belirtilen şartlara bağlanmaktadır. Dolayısıyla haber hüccet olma bakımından konusu itibariyle pek dikkate alınmamaktadır. Buna karşın Hanefîler haberin hücciyetini sadece râvî merkezli olarak ele almamışlar, mahallü’l-haber perspektifinden de değerlendirmeye tâbi tutmuşlardır. Biz de bu çalışmamızda bu konuyu ele almaya çalıştık.

Keywords