Cumhuriyet İlahiyat Dergisi (Dec 2018)

Çağdaş İslam Düşüncesi’nde Hilafet Anlayışları: Muhammed Hamîdullah ve Yüksek Hilafet Konseyi

  • Abdulkadir Maci̇t

DOI
https://doi.org/10.18505/cuid.442823
Journal volume & issue
Vol. 22, no. 2
pp. 833 – 858

Abstract

Read online

Hz. Peygamber’in vefatından sonra Müslümanların en önemli gündemlerinden birisi hilafet müessesi olmuştur. Bu müessese Hz. Ebûbekir’den yüzüncü halife Abdulmecid’e kadar geçen asırlar içerisinde çok ciddi tartışmalara kaynaklık etmiştir. Bunlar arasında belli başlıları; Halifenin yönetime nasıl geleceği, kimin halife olacağı, Kureyş soyundan olup olmayacağı, halifenin hangi hususiyetlere sahip olacağı, halifenin nelere göre hareket edeceği olmuştur. Elbette bu tartışmalar devam ederken halifelik, dört halife sonrasında belirli hanedanların uhdelerinde saltanata dayalı bir şekilde sürdürülmüştür. Ümeyyeoğulları, Abbasoğulları ve Osmanoğulları bu hanedanların en meşhurlarıdır. Halifelik, tarih boyunca mezkûr hanedanlar arasında el değiştirse de hiçbirisi bu makamın ortadan kaldırılması hususunda bir girişimde bulunmaya yeltenmemiştir. Ancak Avrupa’nın batı dışı dünyayı işgali ile mağlup hale gelen Türkiye Müslümanları, imparatorluktan ulus-devlete geçtikleri süreçte uygulanan modernleşme faaliyetlerinde hilafetin ilgası gibi çok ciddi bir karara imza atmışlardır. Bu karar, İslam coğrafyasında daha önce hilafete dair gerçekleşen tartışmaların çok daha üzerinde bir travma husule getirmiştir. Bu travmanın aşılması hususunda Müslümanlar İslam dünyasının pek çok yerinde kongreler ile bir arayış içinde olmuşlardır. Muhammed Hamîdullah, bu arayışların devam ettiği son asırda İslam ülkelerinin içinde bulunduğu şartlara münasip hilafetin yeniden ihdas edilmesi hususunda Yüksek Hilafet Konseyi adında önemli bir teklifte bulunmaktadır. Ulus-devletler halinde bulunan İslam ülkelerinin aralarındaki ihtilafların arka plana atılacağı, ittihadın sağlanmasında önemli bir adım teşkil edecek olan bu teklif, mevcut şartlarda uygulanabilir bir teklif olarak varlığını sürdürmektedir. İddia edilen bu teklif, halifelik mevzusunda tefrika oluşturacak şekilde asırlardır tartışılagelen meseleleri ilkeler çerçevesinde çözüme kavuşturmaktadır. Ayrıca Çağdaş İslam Düşüncesi’nde ittihad-ı İslam anlayışına zemin oluşturacak bir mahiyet arzetmesi ile de dikkatleri celbetmektedir.Özet: Toplumların yönetimini kimlerin üstleneceği, yöneticilerin yönetime nasıl geleceği ve hangi şekilde yönetimlerini sürdürecekleri mevzusu tarih boyunca tartışılagelmiştir. Ancak Hz. Peygamber öncesinde yöneticilerin genel olarak krallık şeklinde bir yönetim şekli benimsedikleri görülmektedir. Bunun yanında aynı anda çift kişinin yönetimi de olmuştur. Bu konudaki tartışmalar Hz. Peygamber’in vefatından sonra Müslümanların yöneticisi olan halifeler hususunda da yaşanmıştır. Örneğin; halife kim olacak, nasıl seçilecek, hangi özellikleri haiz olacak vs. bu tartışmalar arasındadır. Bu tartışmalar içerisinde halifelik 14. (XX.) asrın ilk çeyreğine kadar varlığını sürdürmüştür. Şüphesiz hilafetin ilgası Müslümanların yaşadığı en büyük travmalarından birisi olmuştur. Bu travmayı ortadan kaldırma konusunda Anadolu’dan Mısır’a, Hindistan’dan Balkanlar’a kadar pek çok teşebbüs gerçekleştirilmiştir. Ancak dönemin şartlarında bu mevzu sadece kongrelerde ve toplantılarda konuşulan bir konuma indirgenmiştir.Bugün de hayatiyetini devam ettiren bu konu hususunda son dönemlerde yazılar kaleme alan şahıslardan birisi Hint coğrafyasının en önemli İslam âlimlerinden, hukukçu ve tarihçilerinden olan Muhammed Hamîdullah’tır. Hamîdullah, tarihçesini de aktararak hilafeti enine boyuna ele almıştır. Hamîdullah’ı, bu konuda yazan diğer şahıslardan ayıran en temel özellik meselenin çözümüne dair çok ciddi bir teklifi de sunmuş olmasıdır. Bu bağlamda hilafetin ilgası ile tüm Müslümanların yaşadığı travmayı bizzat kendi hayatında da yaşayan Hamîdullah, bir bilim adamı dikkati ve ciddiyeti, aynı zamanda dertli bir Müslüman hissiyatı içerisinde bu meselenin halli hususunda tüm eserlerinde kalem oynatmıştır.Hamîdullah, hilafet ile ilgili olarak tarih boyunca yöneticinin seçilme şeklinin değişiklik gösterdiğini aşikâr hale getirmiştir. Nitekim Kuran-ı Kerim’deki ayetler, Peygamberimizin uygulamaları ve Hülefâ-i Râşidîn’in yönetime gelmelerindeki farklılıkları buna şehadet ettirmektedir. Hamîdullah’a göre toplumların içinde bulunduğu duruma göre yönetim şeklinin değişimi kadar doğal bir durum yoktur. Hamîdullah, bu durumun idraki içerisinde şartlara ve mekanlara göre gerçekleşen değişimden ziyade değişmeyen esaslara göre hareket edilmesi gerektiğini vurgulamaktadır. Ayrıca yönetim şekillerini ele aldığı satırlarda İslam’ın münasip gördüğü yönetim şeklinin sanki krallık ile seçime dayalı bir yönetim şekli karışımı olduğunu belirtmektedir. O’na göre krallık, imparatorluğun yönetim şeklidir. İmparatorluk, içerisinde çok çeşitli milletlerin bütün farklılıkları ile bir arada yaşadığı ve yoğun etkileşim halinde olduğu, yöneticinin geniş sınırlar üzerinde hükümran olduğu bir yönetim şeklidir. Ancak İslam âlemi, Müslümanların teşkil ettiği son imparatorluklar olan Babürlü ve Osmanlıların yıkılması sonrasında ulus-devlete dönüşerek imparatorluk özelliğini yitirmiştir. Tersine Avrupa’da ulus-devletlerin kurulması sonrasında Batılılar, çatı bir imparatorluk kurmak üzere pek çok teşebbüste bulunmuştur. Bunlar arasında BM, NATO, AB vb. ilk olarak zikredilebilir.Kanaatimize göre Hamîdullah, Müslüman yöneticilere, imparatorluktan ulus-devlete geçiş sürecinde devletin hukukunda İslam Hukuku’nu, siyaset ve idare uygulamalarında İslam’ın siyasi ve idari ilkelerini, eğitim sisteminde İslam eğitim sistemini, iktisadi kararlarında ise İslam İktisadı’nın ilkelerini Hz. Peygamber’in örnekliğini merkeze alarak inşa etmelerini teklif etmektedir. Diğer taraftan Müslümanlara yüzleştikleri bu yeni durum karşısında yönetim şeklinin değişebileceğini, aslolanın ise İslam yönetim esaslarının uygulanması olduğunu izah etmektedir. Bu hususta şartlar çerçevesinde İslam yönetim şeklinin değişebileceğini ancak esaslarının asla değişmeyeceğini belirterek İslam ülkelerinin önünü açan bir rol üstlenmektedir. Bu satırların yazarına göre, Hamîdullah, son iki asırda imparatorluk veya çokuluslu toplumsal yapılardan ulus-devlet yapısına doğru zorunlu bir geçişin yaşandığı İslam topraklarında bu sürecin şekline takılmanın doğru olmadığını ima etmektedir. Ancak üzerinde durulması gereken ilk husus, devlet yöneticisinin İslam’ın esaslarına göre davranıp davranmadığı noktasındadır. Hamîdullah’a göre, ikinci husus, İslam ülkeleri ulus-devlet sürecine girmek zorunda kalmış olsa da Müslümanlar İslam’ın arzu ettiği şekilde ulus devletler üstü birliklerin tesisine yönelik gayret etmelidir. Hamîdullah’ın bu husustaki teklifi ise Yüksek Hilafet Konseyi’dir.Bu konsey, evrensel bir halifeliğin mevcut olmadığı ancak Müslümanların tüm dünyada “tek bir devlet formu”na doğru yöneldiği asrımızda Müslüman ülkelerin önlerine sunulan önemli bir tekliftir. Bu teklif günümüzde nüfusunun büyük çoğunluğunu Müslümanların oluşturduğu ülkelere ve hatta Müslümanların azınlık konumunda olduğu ülkelere farklılıklar sebebiyle çatışmak yerine ortak paydayı büyütme teklifini sunmaktadır. Yüksek Hilafet Konseyi, bölgesel rekabetlerden ve alınganlıklardan kaçınılarak esas ve temel üyeler olarak Cumhurbaşkanları veya tevarüs yoluyla gelen idareciler tarafından temsil edilen devrin Müslüman devlet başkanlarının bir araya gelerek oluşturacağı ve bir sene sıra ile (münavebeli) başkanlık edecekleri bir müessesedir. Bu münavebeden hareketle konseyde Sünnî, Şiî, Kureyşî ve Kureyş soyundan olmayan bütün Müslüman devlet başkanları birlikte yer alabilecektir.Yüksek Hilafet Konseyi, esasen bir buçuk asır öncesinden başlayarak günümüzde ihtiyacı daha çok hissedilen bir idealin, Çağdaş İslam Düşüncesi’nde ise “İttihad-ı İslam” şeklinde ifade edilen bir söylemin yansımasıdır. Hamîdullah’ın bu maksatla telaffuz ettiği Hilafet Konseyi’ni ve ilk pratik adımı olan Uluslararası Fakihler Cemiyeti’ni İslam’ın ittihad ilkesine dayalı bir dünya düzeni teorisi ve teklifi olarak görebiliriz. Hamîdullah, bu düzeni sadece inanç düzleminde düşünmemekte, ayrıca icma ve kıyasın kurumsallaştırılmasını gündem etmektedir. Hamîdullah’a göre, ilmi bir kurumsallaşma olan Uluslararası Fakihler Cemiyeti, üç kıtaya yayılmış olan Müslümanların daha önce iletişim zorluklarından dolayı gerçekleştiremediği ancak bugünün imkanları ile organize etmenin daha kolay olduğu bir kurumdur. Bu iki kurum sayesinde Hamîdullah, Müslümanlar için dini bir ihtiyaç ve zaruret olan hilafetin tahakkuku için dinamik çözümler üretmekte ve Müslümanların iki asırdır bir arayış içine girdikleri bir zaman diliminde Müslüman ülkeler için bir çığır açmaktadır.

Keywords