Cumhuriyet İlahiyat Dergisi (Dec 2017)

Siyasetin Dine Etkisi Bağlamında Stalin’in Kilise Politikaları

  • Şir Muhammed Dualı

DOI
https://doi.org/10.18505/cuid.327223
Journal volume & issue
Vol. 21, no. 2
pp. 1305 – 1322

Abstract

Read online

Öz: Kuşkusuz tarihin oluşumunda, dini yapılar ile siyasal iktidarlar arasında meydana gelen ve belirli ilkeler çerçevesinde şekillenen ilişkilerin önemli bir yeri vardır. Şüphe yok ki bu ilişkilerin seyrini her iki tarafın gücü ve etki alanı belirlemektedir. Bu ilişki biçimi, bazı hallerde siyasal iktidarların lehine evrilirken, bazen de dini oteritelerin siyasete yön vermeleri şeklinde tezahür etmektedir. Siyasetin dine yön vermesi ya da onu kendi çıkarları doğrultusunda kullanmasını, İkinci Dünya Savaşından itibaren Sovyetler Birliği’nin uyguladığı politikalarda bariz bir şekilde görmek mümkündür. Nitekim resmi ateizm ideolojisini benimseyen ve dinsel inançlara karşı amansız bir mücadele yürüten Sovyet rejimi, gerek gördüğünde kiliseyi/dini kendi çıkarları doğrultusunda kullanmaktan geri durmamıştır. Dönemin Sovyet lideri Stalin, İkinci Dünya Savaşı’nın ilk yıllarından itibaren daha önce yok etmeye çalıştığı Rus Ortodoks Kilisesi’ni adeta yeniden inşa etmekle yetinmemiş, Moskova Patrikliğini Ortodoks dünyanın öncüsü yapmak için ciddi girişimlerde bulunmuştur. Biz bu makalemizde, Stalin’in kilise politikaları ve nedenleri üzerinde durmayı amaçlamaktayız. Ayrıca Stalin’in 1947’de Moskova Patrikliği üzerinden gerçekleştirmeye çalıştığı Ortodoks Kiliseler Konseyi’nin ardında yatan nedenler üzerinde duracağız. Son olarak da bu gelişmeler karşısında Fener Rum Patrikliğinin izlediği politikaya değineceğiz. Özet: Tarih boyunca devletlerin politikaları dinin etkisi altında kalmış, dinler de siyasi otoriteleri kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirmiştir. Şöyle ki bazen din, devleti, bazen de devlet dini etkisi altına almış ve onu kendi çıkarları doğrultusunda kullanmaya yeltenmiştir. Zaman içerisinde yaşanan tecrübelerin de etkisiyle din-devlet ilişkilerini tanımlayan yaklaşımlar ve kavramlar ortaya çıkmıştır. Günümüz itibarıyla din-devlet ilişkilerini belirleyen kavramların başında kuşkusuz laiklik gelmektedir. Laiklik ve onun tanımı, bilim çevrelerince çok fazla tartışılmış ve tartışılmaya da devam etmektedir. Ancak bunca cabalara rağmen bütün siyasi yapıları bağlayıcı, evrensel bir tanımlamaya ne yazık ki ulaşamamıştır. Hiç şüphe yoktur ki laiklik ya da din-devlet ilişkilerini tanzim hususunda devletlerin öznel yapısı, laiklik kavramını tanımlamada belirleyici bir rol oynamaktadır. Bu o siyasi yapının benimsediği ideolojiye ve dünya görüşüne göre değişiklik arz etmektedir. Öyle ki bazı hallerde resmi ateizm ideolojisine sahip siyasal yapıların dahi laiklik ilkesini çiğnediği görülmektedir. Doğası gereği bu ideolojiler dinsizliği ilke edinseler de siyasi çıkarları söz konusu olduğunda, dinden faydalanmaktan da geri durmamışlardır. Buna somut örnek olarak, Ateist bir ideolojiye sahip Sovyetler Birliğini göstermek mümkündür. Zira Sovyet rejimi 1943-1948 yılları arasında dini siyasi çıkarlar doğrultusunda kullanmıştır. Çarlık Rusya’sı döneminde çok etkin ve yetki olan Rus Ortodoks Kilisesi, 1917 Bolşevik Devrimi ile birlikte gücünü kaybetmiştir. Komünizmi resmi ideoloji olarak benimseyen Sovyet rejimi, Rus Ortodoks Kilisesi’ni illegal bir kurum haline getirmiştir. Rejim tarafından illegal konuma getirilen kiliseye yönelik mücadele, İkinci Dünya Savaşına kadar artarak devem edecektir. Ancak 22 Haziran 1941 tarihinde Almanların Sovyetlere savaş ilan etmesi, Stalin’in kilise politikasında revizyona gitmesine neden olmuştur. Bu tarihten itibaren kiliseye karşı yürütülen mücadelede bir duraklama dönemi yaşanmıştır.Hiç şüphe yoktur ki bu politik değişikliğin birden fazla nedeni vardır. Bunun birincisi, devletin amansız bir savaşın içerisine girmesidir. Almanlarla savaş halinde iken toplumu manevi açıdan besleyen din ile mücadeleyi sürdürmek birlik ve beraberlik zeminine zarar vereceğinden Stalin, kiliseye yönelik olumlayıcı söylem geliştirmeyi tercih etmiştir. Böylelikle Rus toplumunun direnç ve motivasyonu artacak ve zorlu düşmana karşı Stalin önderliğindeki rejime sadık kalması sağlanacaktır. Stalin’i kiliseye yönelik politika değişikliğine iten sebeplerden bir diğeri ise Alman propagandasıdır. Şöyle ki savaşın ilk günlerinden itibaren Almanlar kendilerini, Rus halkının kurtarıcısı olarak tanımlıyordu. Almanlara göre yıllardan beri ateizm ideolojisi altında ezilen Sovyet halkları, bu savaşta rejimin yanında yer almayacaktır. O nedenle de din üzerinden bir politika geliştirme yoluna gittiler. Bu amaçla Alman savaş uçaklarından atılan notlarda Almanya’nın Rus halkını komünizm belasından kurtarmak için Sovyetlere savaş açtığı iddia edilecektir. Dolayısıyla Stalin, Kiliseye yönelik katı tutumundan vazgeçerek söz konusu propagandayı boşa çıkartmaya çalışacaktır. Stalin’in kilise politikasında yaptığı değişikliğin bir diğer önemli nedeni, onun, Alman ordularına karşı Batılı devletlerden destek beklentisi içerisinde olmasıyla ilgilidir. Zira başta Amerika Birleşik Devletleri olmak üzere diğer Batılı ülkeler, Sovyetler Birliği’ne olumsuz bakmaktaydılar. Stalin, dine yönelik ılımlı politikalar ile bu algıyı kısmen dahi olsa ortadan kaldırmaya çalışmıştır. Nitekim bu hususta da başarılı olduğunu söylemek mümkündür.İkinci Dünya Savaş’ı Sovyetler Birliği’nin zaferiyle sonuçlanacaktır. Ancak Stalin, Savaş bittikten sonra da kiliseyi kullanmaya devam edecektir. Peki, neden Stalin bir taraftan ateizm ideolojisini yaşatırken diğer yandan da kiliseyi yeşertmeye çalışmıştır? Stalin’in savaş sonrası uyguladığı kilise politikasının birden fazla nedeni vardır. Bunlardan en önemlisi, Rus Ortodoks Kilisesi üzerinden Sovyet etkisini tüm Balkanlar ve Ortadoğu coğrafyasına yaymaktır. Kuşkusuz bu durum Sovyetlerin uzun vadeli politikalarıyla ilişkilidir. Muhtemeldir ki bu düşünce, İkinci Dünya Savaşı’nın Sovyetler lehine değişmeye yüz tuttuğu 1943’ün Sonbaharından itibaren şekillenmeye başlamıştır. Zira savaş dünyadaki tüm dengeleri değiştirmiş ve Sovyetlerin önüne yeni fırsatlar sunmuştur. Bunların başında da özellikle Ortodoks dünyasının Sovyet etki alanına alınması gelmektedir. İşte buna yönelik adımların 1945 yılından itibaren atılmaya başlandığı görülmektedir. Stalin’i Rus Ortodoks Kilisesi ile işbirliğine iten bir diğer sebep, Vatikan’ın öteden beri uygulayageldiği Sovyet karşıtı politikalardır. Stalin Vatikan’a yönelik mücadelesini Ortodoks dünyayı bir merkezde toplamak suretiyle Moskova Patrikliği üzerinden yürütmeyi hedeflemiştir.Hiç şüphe yok ki bu duruma, İkinci Dünya Savaşı sonrası ortaya çıkan Batı ve Doğu olmak üzere dünyanın iki bloka ayrılmasının da katkısı olmuştur. Söz konusu mücadelede Ortodoks dünyası adeta iki kampa ayrılacaktır. Bir tarafında Fener Patrikhanesi öncülüğünde Yunan, Kıbrıs ve Kudüs Ortodoks kilisesi Amerikan etkisi altına girerken, Moskova Patrikliği öncülüğünde Sırp, Bulgar ve Antakya Ortodoks Kiliseleri Sovyet etkisi altında kalmıştır. Bu süreçte, her iki blok yani Amerika Birleşik Devletleri ve Sovyetler Birliği, siyasi ve ekonomik güç kullanarak Ortodoks Kiliseleri kendi etki alanı altına almaya çalışmıştır. İşte bu ve buna benzer nedenlerden dolayı, 1917 Bolşevik Devrimi’nden beri kiliseye yönelik en acımasız politikalar yürüten Sovyet rejimi, yok etmeye çalıştığı kiliseye yeniden ihya etmiştir. Sovyet tarihinde Stalin’in Kilise Açılımı olarak yer alan bu tecrübe, laiklikten öte dinsizliği resmi bir ideoloji olarak benimseyen bir rejiminin dahi gerektiğinde, dini/kiliseyi kendi çıkarları doğrultusunda kullandığını/kullanabileceğini gözler önüne sermektedir. İşte bu çalışma Sovyetler Birliğinin ateizm ideolojisine rağmen Rus Ortodoks Kilisesini nasıl kendi çıkarları doğrultusunda kullandığını irdelemektedir.

Keywords