Cumhuriyet İlahiyat Dergisi (Dec 2019)
Siyâsetnâmelerde Adil Yönetim Sorunu: Dini Argüman ve Kişisel Çıkar Argümanı
Abstract
Bu çalışmada geleneksel Sünnî siyasal düşüncenin hükümdarlara öğütlerden oluşan siyâsetnâme geleneği adil yönetim problemine sunduğu çözüm açısından eleştirel biçimde analiz edilmiştir. İlgili literatürde genellikle dini öğütlerden ibaret görülen siyâsetnâmeler, dini hassasiyeti olmadığı için nefsinin arzu ve isteklerine uyarak adaletten ayrılıp zulme sürüklenen yöneticiler karşısında etkisiz görülür. Bu çalışmada, ilgili literatürdeki bu baskın yorum eleştirilerek siyâsetnâmelerde dini argümana ilaveten, özellikle nefsinin istek ve arzularına tâbi olduğu için zulme sürüklenen yöneticiyi adil yönetime ikna etmek için geliştirilen fakat literatürde pek dikkate alınmayan ikinci bir argüman türü olduğu ileri sürülmektedir. Bu ikinci argüman bu çalışmada kişisel çıkar argümanı olarak adlandırılmıştır. Eğer hükümdar nefsinin arzu ve isteklerine tâbi olduğu için dini argümanı dikkate almayacak birisi ise, siyâsetnâmeler kişisel çıkar argümanına müracaat ederek yöneticinin kişisel çıkarına hitap eder. Hükümdarın çıkarı iktidarda kalmak, iktidarını güçlendirmek ve iktidarı kendi nesline aktarmaktır. Kişisel çıkar argümanı, adil yönetimin hükümdarın kişisel çıkarına hizmet edebilecek tek ve en güvenilir yol olduğunu göstererek onu adil yönetime sevk etmeye çalışır. Özet: Kadim medeniyetlerde yöneticilere adil ve etkin yönetim konularında ahlaki ve pratik tavsiyeler vermek amacıyla geliştirilen Siyâsetnâme geleneği, geleneksel İslam siyasal düşünce tarihinde de önemli bir yere sahiptir. Müslüman idareciler ve düşünürler, özellikle İran ve Hint medeniyetlerinde baskın olan Siyâsetnâme geleneği ile İslam’ın ilk dönemlerinde gerçekleşen fetihler sonucu tanışmıştır. Başlangıçta bu medeniyetlere ait siyâsetnâmelerden tercümeler yapılmış, daha sonrasında ise Müslüman devlet adamları ve düşünürler kendi tecrübeleri ve dini kaynaklarını da ekleyerek özgün siyâsetnâme eserleri yazmışlardır. Siyâsetnâmelerde hükümdarın toplumu adil biçimde yönetebilmesi için ihtiyaç duyacağı hem ahlaki erdemler hem de tecrübeye dayalı pratik yönetme usulleri ortaya konulur. Ahlaki erdemler büyük oranda dini metinlerden ve kutsal bilinen kişilerin hayatlarından derlenirken pratik yönetim usulleri geçmişte adil yönetimi tesis etmede başarılı olmuş hükümdarların tecrübelerinden hareketle geliştirilir. Siyâsetnâme geleneği, teorik ve felsefi ideal devlet modelleri arayışına girmek yerine tecrübî akla, sağduyuya ve dini/ahlaki erdemlere dayanır. Doğu toplumlarında siyâsetnâme olarak adlandırılan bu tür eserler, Batı siyasal düşüncesinde “Hükümdar Aynaları” olarak adlandırılmıştır. Adil ve etkin yönetimin başat konu olduğu Siyâsetnâme geleneğine dair literatürde siyâsetnâmelerin genellikle ahlaki öğütlerden ibaret eserler olarak değerlendirildiği görülür. Bu yaklaşım, siyâsetnâmelerin yöneticileri adil yönetime teşvik etmek için herhangi bir kurumsal düzenleme öngörmeksizin tümüyle dini argümana dayandığını ileri sürer. Siyâsetnâmelerde yönetici, devlet iktidarının kendisinde toplandığı nihai makamdır. Güçler birliği söz konusudur, fakat yöneticinin yetki sınırlarını aşması durumunda onu engelleyebilecek anayasal nitelikte herhangi bir kurumsal tedbir öngörülmemiştir. Dini argüman esas itibariyle yöneticiye adil olduğu takdirde ahirette kurtuluşa erenlerden olacağını, eğer adil olmazsa ahiret hayatında büyük bir ceza ile karşılaşacağını söyler. Siyâsetnâmeleri dini argümandan ibaret gören yaygın yaklaşım, kurumsal tedbirlerle desteklenmeyen dini argümanın adil yönetim işini büyük oranda yöneticinin tercihine ve hatta keyfine bırakmak durumunda kaldığını ileri sürer. Eğer yönetici iman sahibi ve imanının gereğini yerine getiren bir kişi ise kendisine verilen öğütleri dikkate alacaktır. Eğer yönetici nefsinin arzu ve istekleri peşinde sürüklenen bir kişi ise dini hiçbir tavsiyeye kulak asmayacaktır. Bu nedenle bu baskın yaklaşım, nefsinin arzularına kapılmış zalim bir hükümdar karşısında siyâsetnâmelerin etkisiz kalacağı sonucuna sürüklenir. Siyâsetnâmeleri ahlaki tavsiyelerden ibaret gören bu yaklaşım, Siyâsetnâme geleneğinde mevcut olan bir diğer argümanı göz ardı eder. Bu ikinci argüman, dini argümanı hiç dikkate almayacak şekilde nefsinin arzu ve istekleri peşinde giden yöneticiyi adil yönetime ikna etmek için geliştirilmiştir. Çalışmamızda bu argüman, kişisel çıkar argümanı olarak adlandırılmıştır. Yaygın görüşün aksine, siyâsetnâmeler ahlaki kaygısı olmayan ve dini emirleri dikkate almayan yönetici sorununu ciddiyetle ele alır ve dini hiçbir argümana müracaat etmeksizin, yöneticinin tamamen kişisel çıkarına hitap ederek onu adaletle yönetmeye teşvik eder. Yaygın görüş kişisel çıkar argümanını göz ardı ettiği gibi siyâsetnâmelerin değerini de tam takdir edememiş olur. Kişisel çıkar argümanı, nefsinin istek ve arzularına tâbi bir yöneticiye karşı dini argümanın işe yaramayacağını açıkça ifade eder. Bu nedenle, kişisel çıkar argümanı, yöneticinin dini duygularına değil doğrudan dünyevi çıkarına hitap ederek onu adil yönetime teşvik eder. Yöneticinin çıkarı; iktidarda kalmak, iktidarını güçlendirmek ve iktidarı kendi nesline aktarmaktır. Siyâsetnâme geleneği, tarihsel birçok örnekle zalim idarelerin nasıl kısa süre içerisinde yok oluşa sürüklendiğini ortaya koyarak dünyevi iktidar ve şöhret için bile, geçerli tek yolun adil yönetim olduğunu ortaya koyar. Adil idarenin hem bireyler arasında hem de toplumla devlet arasında yaygın güven meydana getirdiği, bu genel güven ortamının bireylerin fıtratında dercedilmiş kazanma arzusunu harekete geçirerek tüm toplumsal alanlarda gelişmeye yol açtığı ve devletin gücünü artıracak mali kaynakları çoğalttığı tezi, kişisel çıkar argümanının temelini teşkil eder. Adil yönetim, hem devleti güçlü hem de toplumu huzurlu ve müreffeh kılmanın tek yoludur. Zalim idare ise, tam tersi bir süreci harekete geçirir ve hem devlet zayıflar hem de toplum geri kalır. Bireyler devlete güvenmeyip emeklerinin karşılığını alamayacaklarını düşünmeye başladığında insan fıtratındaki (doğasındaki) kazanma arzusu harekete geçmeyecek ve kazanma arzusunun üreteceği müteakip gelişmeler gerçekleşmeyecektir. Bu durumda devlet de ihtiyaç duyduğu mali kaynakları elde edemeyecektir. Bu nedenle sadece dünyevi çıkarlarına yönelmiş bir yönetici için de adil idare kaçınılmaz yoldur. Bu çalışmada Siyâsetnâme geleneğinde mevcut olmakla birlikte ihmal edilen bu kişisel çıkar argümanı, Mâverdî ve Gazzâlî’nin siyasal düşünceleri analiz edilerek ortaya konmuştur. Sünnî Siyâsetnâme geleneğinde mevcut olan kişisel çıkar yaklaşımı, modern siyaset felsefesinin kurucularından Hobbes’un siyaset teorisinde de görülebilir. Hobbes, Avrupa’da bizzat şahit olduğu mezhep ve ideolojik farklılıkların sürüklediği iç savaşları çıkış noktası olarak alır. Buna göre, toplumsal düzen ve istikrar bir toplumun çözmesi gereken ilk temel meseledir. Düzen ve güvenliğin olmadığı ortamda toplum hayatı mümkün olmayacaktır. Hobbes’un çözümü güçler birliği ilkesine dayanan monarşidir. Leviathan olarak adlandırdığı güçlü ve etkin devletin aslî fonksiyonu, düzen ve güvenliği temin etmektir. Hobbes, otoriter bir devletin getireceği sınırlamaları ehven-i şer olarak onaylar. Hobbes’a göre toplumun yöneticiden meşru biçimde talep edebileceği tek şey düzen ve güvenliktir. Yöneticinin otoritesinin kaynağı adil yönetim değil toplumsal düzen ve güvenliğin sağlanmasıdır. Bu aşamadan sonra Hobbes, her ne kadar adil yönetim yöneticinin sorumluluğu olmasa da onun iktidarının devamı için en uygun yolun toplumun refah ve konforunu artıracak adil yönetim olduğunu ileri sürer. Hobbes’un mantığı Siyâsetnâme geleneğinde tespit edebildiğimiz kişisel çıkar argümanıdır. Yöneticiye, adaletle yönetmek zorunda olmasa da, adil yönetimin iktidarını güçlendireceğini ve daimi kılacağını söyler.
Keywords