Cumhuriyet İlahiyat Dergisi (Dec 2020)

Temsilci Düşüncenin Hegemonik Unsurları: Şeyleşme, Sömürgecilik ve Kültürelcilik

  • İrfan Kaya

DOI
https://doi.org/10.18505/cuid.788025
Journal volume & issue
Vol. 24, no. 2
pp. 933 – 949

Abstract

Read online

Temsil düşüncesinin bir unsuru olarak kültürelcilik meselesini tartışma konusu yapan makale; kavramsallaştırma marifetiyle gerçekliği temsil ettiği iddiasındaki (bir) kavramı, iyi bir çukur kazıcısı edasıyla en başa sararak ya da en dibe inerek eşeleme çabasındadır. Bu kazı faaliyetine en uygun yöntem olarak da Foucault’nun arkeolojisi seçilmiştir. Zira arkeolojik yöntem, hakikat üstünde tarih dışı ve ötesi bir iddia taşımaz, nesnesine yöntemin zorunlu şiddetini dayatmaz, nesnesini kendi tekilliği içerisinde kavrar, en önemlisi de hakikatin bir icattan fazlası olmadığını düşünür ve düşündürür. Kültür kavramı üzerinden yapılan bu arkeolojik inceleme, kavramın bugünkü kullanılan anlamı ile etimolojik kökeni arasındaki farkı ortaya koymaya ve tekilliği içerisinde kavramaya çalışmaktadır. Böylelikle insanın etrafında olmakta olanları anlama faaliyetinde bulunurken icat ettiği ve başvurduğu kavramların şeylerle olan sorunlu ilişkisi ortaya konmuş olacaktır. Kavramsallaştırma, nihayetinde tikeli evrensele tabi kılarken mutlaklık üzerine kurulu, bir icattan fazlası olmayan hakikat düşüncesine içkindir. Makale, doğa-kültür ayrımında olduğu gibi hakikatin temsili çabasının bir ürünü olarak işletilen dikotomik düşünme ediminin farklı olana gösterdiği tahammülsüzlüğü ortaya koyarken sosyal bilim dünyasında yapısöküm olarak bilinen yaklaşıma göre hareket etmektedir. Temsilci bir düşüncede hakikat, aslında temsil edilebilen, kendini gözlemciye bir teşhir nesnesi olarak sunandır. Hakikat anlayışının Platon marifetiyle mutlak, değişmez, sabit, evrensel gibi özcü ilkeler üzerine bina edilmesi beraberinde idealize bir temsili kaçınılmaz kılmaktadır. Esasında kavramsallaştırma, soyutlama ve genelleştirme gibi düşünsel uğraşlar da somut, tekil ve biricik olanın bağlamından koparılarak idealize edilmesi anlamına gelmektedir. Temsil düşüncesi için, hakikatin rasyonel olduğu fikrine bağlı olarak, insan aklının, şeylerin özünü kavrayabilir, dolayısıyla onları düşüncede temsil edebilir olduğuna yönelik inancın yattığı söylenebilir. Bu haliyle, gerçekçiliği elinde tutmaya çalışan, kutsayan, tanrısal mutlaklığını ilan etmek üzere tüm gücüyle çabalayan bir düşüncedir. Nihayetinde temsiliyet mekanizması muhkem olan için işletilirken hâkimiyet kurma amacıyla hareket etmektedir. Temsil eden ile temsil edilen şeklindeki ayrım nihayetinde insan merkezli bir bakış açısının ürünüdür. Bu ayrım sayesinde gözlemci özne dışındaki her şeyin inceleme nesnesi haline gelmesi kaçınılmazdır. Tek ve evrensel olduğuna inanılan bu bakış açısı inceleme nesnesinin sabitlenmesini zorunlu kılar. Günümüzün dil, din, ırk ve cinsiyet gibi farklılığa dayalı dünya gündeminden düşmeyen meselelerin kökeninde mutlak hakikat idealini imlemesiyle temsil düşüncesinin yattığı söylenebilir. Temsilci düşüncenin ürünleri olarak gerek doğa-kültür gibi ayrıma dayalı ikili kategorileştirmeler gerekse de düşünce ile dış dünya arasında doğrudan bir ilişkiyi imleyen kavram realizmi insana dair her ne varsa ona ait olmaktan çıktığı ve ona karşı kullanıldığı bir yabancılaşma durumudur. Temsil eden ile temsil edilen arasına konan mesafeyle mümkün hale gelen şeyleşme, aslında yabancılaşmadan başka bir şey değildir. Platonculuktan bu yana düşün dünyasının ve dünya insanlarının kökleşmiş sorunu için, şeyleşmenin ve metalaştırmanın neredeyse doğal, organik varlıklar ve formlar gibi görünecek kadar evrenselleşmiş hale gelmiş olmasıdır denebilir. Dış gerçekliği kavramsal dünyanın içerisine hapseden temsilci düşüncenin gerçekliğe bir çerçeve dayatma girişimi, gerçeklik ile olan bağı koparmakta, dahası kavramlar ve soyutlamalar tarafından yönlendirilmesiyle insanın etrafına demir kafesler örmektedir. Batı düşüncesinin temsildeki ısrarı, doğru ya da yanlış, kabul edilsin ya da edilmesin gerçeklik üzerindeki kesinliğin ortadan kalkması gibi radikal bir sonuç doğurdu. Bugün itibariyle düşünce dünyası, şeylerin düzeni ile kelimelerin düzeni arasında zorunlu bir bağlantı olduğu fikrini imleyen hakikatin temsilinden, gerçek ve imaj arasındaki sınırın silindiği, gerçekliğin estetikleştirilerek imajlara dönüştüğü, toplumun ise en nihayetinde kültürel hale geldiği temsilin hakikatine evrilmiş durumda. Kültürel dönemece girilmesiyle birlikte postmodern dönemde her şey kültüreldir, uzlaşımsaldır. Her şeyin kültürel hale gelmesi ve kültürün doğallaşması, karşı çıkayım derken doğalcılığı yeniden üretmektedir. Kültürelcilik, bireylerin kendi kültürleri tarafından belirlendikleri, bu kültürlerin kapalı, organik bütünler oluşturdukları ve bireyin kendi kültürünü terk edemediği, ancak yalnızca kendi içinde gerçekleştirebildiği hegemonik bir yaklaşımdır. Etrafımızda olup bitenleri anlaşılır kılmak için başvurduğumuz, kendi icadımız olan kavramlar ve kapalı bir devre gibi işleyen ideolojiler gibi kendi gerçekliğini yaratmakta ve dayatmaktadır.

Keywords