Cumhuriyet İlahiyat Dergisi (Dec 2019)

Ehl-i Tasavvufun İbnü’l-Arabî’ye Yönelik Tenkitleri: Alâüddevle Simnânî Örneği

  • Kübra Zümrüt Orhan

DOI
https://doi.org/10.18505/cuid.586537
Journal volume & issue
Vol. 23, no. 2
pp. 631 – 649

Abstract

Read online

Alâüddevle Simnânî (ö. 736/1336), İbnü’l-Arabî’den (ö. 638/1240) bir asır sonra, Simnân’da yaşamış bir Kübrevî şeyhidir. Arapça ve Farsça olmak üzere tasavvufun çeşitli alanlarına dair doksan civarında eser kaleme almış, pek çok mürîd yetiştirmiştir. Onun tasavvuf geleneğine katkıları özellikle vahdet, letâif, ricâlu’l-gayb, vâkıa ve tecellî gibi konularda ön plana çıkmaktadır. Vahdet konusunda kendinden sonra gelen sûfîleri etkilemiş olan Simnânî’nin vahdet anlayışı, İmâm-ı Rabbânî Ahmed Sirhindî (ö. 1034/1624) ve Sirhindî’nin şeyhi Bâkî Billâh’ın (ö. 1012/1603) vahdet anlayışlarıyla örtüşmektedir. Vahdet-i vücûd anlayışına karşı vahdet-i şuhûd anlayışını geliştiren Rabbânî, Mektûbât’ında, kendi varlık anlayışının Simnânî’nin varlık anlayışıyla aynı olduğunu belirtmektedir. Öte yandan Simnânî, İbnü’l-Arabî’nin vahdet anlayışını eleştiren ilk sûfî olarak bilinmektedir. Öyle ki, onun ismi anıldığında ilk akla gelen İbnü’l-Arabî’ye yönelik eleştirileri olmuştur. Bununla birlikte onun İbnü’l-Arabî’ye yönelik eleştirileri, eserlerinin tamamı görülerek etraflıca araştırılmamıştır. Simnânî’nin eserlerine bakıldığında onun İbnü’l-Arabî’ye yönelik eleştirilerinin iki temel noktada temerküz ettiği görülür. Bunlardan ilki Allah hakkında vücûd-i mutlak kavramını kullanmasına yöneliktir. Simnânî, eserlerinde Hak için vücûd-i mutlak kavramını kullanmayı doğru bulmadığını ifâde etmektedir. Onun ikinci temel eleştirisi, el-Fütûhâtu’l-Mekkiyye’de yer alan “Sübhâne men ezhare’l-eşyâe ve hüve aynuhâ” cümlesinedir. Bu çalışmada Simnânî’nin bu eleştirilerinin sebepleri üzerinde durulacak, her iki sûfînin vücûd-i mutlak kavramına ve ayn kelimesine yüklediği anlamlar incelenecektir. Özet: Kübreviyye tarikatının önemli sîmâlarından olan Alâüddevle Simnânî, 659-736/1261-1336 yılları arasında, bugünkü İran topraklarında yer alan Simnân’da yaşamış bir şeyhtir. Gençliğinde İlhanlı sarayında, Argun Han’ın (1284-1291) hizmetinde bulunmuş, daha sonra yaşadığı mânevî bir hâl üzerine saraydaki hayatını bırakarak tasavvufî hayata yönelmiştir. Bir müddet kendi başına ibâdet ve riyâzatla meşgul olmuş, bu süre zarfında meşrebine uygun bir mürşid aramıştır. Nihayet Bağdat’ta bulunan Kübrevî şeyhi Nûreddin Abdurrahmân İsferâyînî’ye (ö. 717/1317) intisâb etmiş ve kendisinden irşâd icâzeti almıştır. Ardından, onun emriyle memleketi Simnân’a dönerek vefâtına kadar burada mürîd yetiştirmek ve eser te’lîf etmekle meşgul olmuştur. Tasavvufun çeşitli konularına dâir Arapça ve Farsça olmak üzere doksan kadar eser kaleme alan Simnânî, özellikle vahdet, letâif, ricâlu’l-gayb, vâkıa ve tecellî gibi konularda tasavvuf geleneğine önemli katkılarda bulunmuş, kendinden sonra gelen sûfîleri etkilemiştir. Simnânî’nin vahdet anlayışının tesirleri özellikle Nakşbendiyye tarikatının Müceddidiyye kolunun kurucusu İmâm-ı Rabbânî Ahmed Sirhindî (ö. 1034/1624) ve Sirhindî’nin şeyhi Bâkî Billâh (ö. 1012/1603) üzerinde görülmektedir. Bâkî Billâh, Sirhindî’ye yazdığı bir mektupta, Simnânî’nin meşrebinin vahdet-i vücûd olmadığını, onun şuhûdunun en kâmil şuhûd olduğunu söyleyerek onun vahdet anlayışı ile vahdet-i vücûd arasındaki bazı farklara değinmiştir. Sirhindî de Mektûbât’ında kendi varlık anlayışının Simnânî’nin varlık anlayışıyla aynı olduğunu ifâde etmiştir. Diğer taraftan Simnânî, İbnü’l-Arabî’nin varlık ve vahdet anlayışını eleştiren ilk sûfî olarak bilinmektedir. Hatta o, daha çok bu yönüyle bilinmekte, ismi anıldığında ilk akla gelen İbnü’l-Arabî’ye yönelik eleştirileri olmaktadır. Bunun temel sebebi, Simnânî’nin, İbnü’l-Arabî’nin takipçilerinden Abdürrezzâk Kâşânî’ye (ö. 736/1335) yazdığı ve içerisinde İbnü’l-Arabî’nin vahdet anlayışına yönelik eleştirilerinin bulunduğu mektubun, Abdurrahman Câmî’nin (ö. 898/1492) meşhur eseri Nefehâtü’l-üns içerisinde yer almasıdır. Bu mektubun Nefehât içerisinde bulunuyor olması, onun bilinmesinde çok önemli bir rol oynamıştır. Bu sebeple Nefehât’in Simnânî’yi meşhur ettiğini söylemek mümkündür. Ancak şunu da söylemek gerekir ki Nefehât, tasavvufla ilgili onlarca eser yazmış olan Simnânî’nin yalnızca bir yönüyle ve eksik olarak tanınmasına sebep olmuştur. Ayrıca Simnânî’nin bu mektubunda yer alan ifâdelerinin onun İbnü’l-Arabî hakkındaki kanaatini tam olarak yansıttığını söylemek de mümkün değildir. Dolayısıyla onun İbnü’l-Arabî’ye yönelik eleştirilerini ve onun hakkındaki kanaatini tam olarak ortaya koyabilmek diğer eserlerinin de incelenmesini gerektirmektedir. Simnânî’nin eserleri incelendiğinde onun İbnü’l-Arabî’yi iki konuda eleştirdiği görülmektedir. Bunlardan ilki İbnü’l-Arabî’nin Hak için vücûd-i mutlak tâbirini kullanmasına, ikincisi ise Fütûhât’ta yer alan “Eşyânın aynı olduğu hâlde onu izhâr eden zâtı tesbih ederim” (سبحان من أظهر الأشياء وهو عينها) cümlesine yöneliktir. Birinci meseleyi anlamak için her iki sûfînin mutlak vücûd kavramıyla neyi kastettiğini, ikinci meseleyi anlamak için de her ikisinin ayn kelimesine yüklediği anlam bilinmelidir. Öncelikle İbnü’l-Arabî’nin vücûdu, şahısları mevcûdlar olan bir cins kategorisi olarak görmediğini bilmek gerekir. Aksine o, vücûdu Kadîm’e has kılar ve yaratılmışlar için vücûd kavramını kullanmaktan kaçınarak onları mevcûd olarak isimlendirir. Yani İbnü’l-Arabî, vücûd ile mevcûdu birbirinden ayırarak vücûd kavramını Hakk’ın varlığına has kılar. İbnü’l-Arabî bu anlayışını, “Hak, Vücûd’dur, eşyâ ise vücûdun suretleridir” gibi cümlelerle sık sık dile getirir. İbnü’l-Arabî’nin vücûd-i mutlak kavramıyla anlatmak istediği, her türlü kayıttan uzak bulunan, Vâcibu’l-vücûd olan Hak’tır. Dolayısıyla bir anlamda vücûd-i mutlak, Vâcibu’l-vücûd demektir. Simnânî’nin mutlak vücûd kavramına verdiği anlam ise İbnü’l-Arabî’ninkinden bütünüyle farklıdır. Simnânî, “Vücûd-i Hak, ezelen ve ebeden kemâl sıfatlarıyla muttasıf olan zât-ı Vâcibu’l-vücûd’dur. Vücûd-i mutlak, O’nun sıfatından sâdır olan fiildir. Vücûd-i mukayyed ise bu fiil sebebiyle zuhûra gelen eserdir.” diyerek vücûd-i mutlak kavramına Hakk’ın fiilleri anlamını verdiğini açıkça ifâde etmektedir. Her iki sûfînin ifadelerinden anlaşılan şudur ki İbnü’l-Arabî, vücûd-i mutlak ile Vâcibu’l-vücûdu, yani Hakk’ın zâtını kastederken Simnânî aynı kavramı Hakk’ın fiilleri anlamında kullanmaktadır. Vücûd-i mutlak kavramına Hakk’ın fiilleri anlamını yükleyen Simnânî, İbnü’l-Arabî’yi de kavrama kendi yüklediği anlamı esas alarak eleştirmekte olduğundan bu konudaki eleştirilerinde haklı değildir. Aslında her ikisi de Hakk’ı her türlü kayıttan tenzih etmektedir. Ancak İbnü’l-Arabî, Allah’ın varlığını vücûd-i mutlak kavramıyla ifâde etmeyi tercih ederken Simnânî sadece Vâcibu’l-vücûd ve el-Vücûdü’l-Hakk kavramlarıyla ifâde etmeyi uygun bulmuş ve vücûd-i mutlak kavramına İbnü’l-Arabî’den farklı olarak Hakk’ın fiilleri mânasını yüklemiştir. Simnânî’nin İbnü’l-Arabî’ye yönelik ikinci eleştirisi “Eşyânın aynı olduğu hâlde onu izhâr eden zâtı tesbih ederim” cümlesiyle ilgilidir. Süleymaniye Kütüphanesi’nde yer alan ve Simnânî’nin Fütûhât haşiyesinden bir bölüm olduğu anlaşılan yarım sayfalık bir notta, Simnânî’nin bu cümlenin kenarına yazdığı ifadeler son derece serttir. “Ey en sapık önderin tâbîleri! Bir kimsenin bırakın şeyhinizin dışkısı şeyhinizin aynıdır demeyi, şeyhinizin sakalının aynıdır dediğini duysanız bunu kabûl eder ve o kişiye müsâmaha gösterir misiniz?” cümlelerinden, Simnânî’nin ayn kelimesine bir şeyin ta kendisi anlamını verdiği net bir şekilde anlaşılmaktadır. Oysa ayn kelimesi, Arapçada en fazla anlam taşıyan kelimelerden biri olup İbnü’l-Arabî’nin eserlerinde “göz, bir şeyin ta kendisi, kaynak, suyun kaynayıp taştığı yer, bir şeyin maddî/cismânî varlığı, bir şeyin hakikati” gibi farklı anlamlarıyla kullanılmaktadır. Kelimenin “bir şeyin hakikati” anlamıyla kullanımı, İbnü’l-Arabî’nin eserlerinde oldukça yaygındır. Kelimenin bu anlamları varken Simnânî’nin tek bir anlamı esas alarak İbnü’l-Arabî’yi bu kadar sert eleştirmesi hatta işi tekfire kadar vardırması ilginçtir. Simnânî’nin İbnü’l-Arabî’yi eleştirdiği her iki meselede de eleştirilerinin temel sebebi, kavramlara İbnü’l-Arabî’den farklı bir anlam yüklemesi ve onu, kendi yüklediği anlam çerçevesinden değerlendirip yargılamasıdır.

Keywords