İslam Hukuku Araştırmaları Dergisi (Dec 2022)

Ebeveynlerin Çocukları Arasındaki Mal Paylaşımının İslâm Hukuku Açısından Değerlendirilmesi

  • Kamil Yelek

Journal volume & issue
no. 40
pp. 173 – 210

Abstract

Read online

Ebeveynlerin kendilerine ait olan malları çocuklarına dilediği gibi paylaştırıp paylaştıramayacağı, günümüzde sıkça karşılaşılan problemlerden birisidir. Mülkiyet hakkının bir gereği olarak insanlar sahip olduğu eşyayı dilediği gibi kullanma, yararlanma ve tasarruf etme hakkına sahiptir. Bu yüzden edâ ehliyetine sahip olan ebeveynler, hayatta iken malının tamamını yabancı birisine bağışlayabileceği gibi çocukları arasında da dilediği gibi paylaştırabilir. Ebeveynlerin hayatta iken çocuklarına mal verme gibi bir mecburiyeti yoktur; ancak çocuklar arasında bir mal paylaşımına giderse, adâlete riayet etmesi ve eşit davranması gerekir. Çünkü ayrımcılık ve eşitsizlik, çocuklar arasında kin ve nefret duygularının ortaya çıkmasına, dargınlık ve soğukluğa, nihayetinde aile bağlarının zedelenmesine yol açabilir. Çocuklar arasında mal paylaştırılırken adâlet ve eşitliğin dinî gerekliliği hususunda herhangi bir ihtilaf yoktur, ancak bunların gözetilmediği durumlarda yapılan tasarrufun hukuken geçerli olup olmadığı ya da bu meselede eşitliğin hukukî bir zorunluluk (vücûb) olup olmadığı tartışmalıdır. Konuyla ilgili doktrinde biri mendup, diğeri vacip olmak üzere iki görüş bulunmaktadır. Erken dönem hukukçuların yanı sıra Hanbelî ve Zahirî mezhebine göre ebeveynlerin bu konuda adâlet ve eşitliği sağlaması hukuki bir zorunluluktur. Bu sebeple meşru bir gerekçe olmadığı sürece adâlet ve eşitliğin sağlanması vâcip (farz), ayrımcılık yapılması da haramdır. Adâlet ve eşitliğin gözetilmesi, hukuki bir zorunluluk olunca bu şartı taşımayan işlemler de hukuki açıdan geçersiz (bâtıl) sayılır ve hiçbir sonuç doğurmaz. Hanefî, Şafiî ve Malikî fakihlerinin de içinde bulunduğu diğer görüş sahiplerine göre ise meşru bir gerekçe olmadığı sürece ebeveynlerin bu konuda eşit davranması müstehap, ayrımcılık yapması mekruhtur. Bu görüşü savunanlara göre adâlet ve eşitlik dinen gözetilmesi gereken bir şart olsa da, hukukî bir zorunluluk değildir. Bu yüzden ayrımcılık yapan kişi, dinin hoş karşılamadığı bir fiili yaparak günahkâr olsa da yaptığı bağışlar hukuken geçerlidir, teslim-tesellüm gerçekleşmişse sonuçlarını doğurur. Yapılan hibe işlemi geçerli kabul edilince kişinin vefatından önce de sonra da hiç kimsenin itiraz etme ve buna karışma hakkı yoktur. Çünkü bu tasarruf kişinin kendi mülkündeki tasarrufudur ve aynî bir hak olması hasebiyle hiç kimse buna karışamaz. Adâlet ve eşitliğe riayet edilmediği durumlarda -varislere zarar vereceği gerekçesiyle- yapılan tasarrufun yargı yoluyla sınırlandırılması ya da tamamen geçersiz sayılması gerektiğine dair bazı görüşler ileri sürülmüştür. Ancak iddia edilen bu görüşlerin kapsamlı bir şekilde tahlil edilmesi gerekmektedir. Öncelikle bireylerin hayatta iken çocuklarına yaptığı mal paylaşımının bir miras taksimi olmadığını ve bunun miras hükümleri çerçevesinde değerlendirilemeyeceğini ifade etmek gerekir. Çünkü miras hukuku ile mirasçılık vasıfları, kişinin ölümünden sonra doğan bir haktır ve insanlar bu haklarını ancak kişinin ölümüyle kazanırlar. Bu sebeple İslâm hukukuna göre taraflar arasındaki bu ilişkinin varis-muris şeklinde konumlandırılması veya vasiyete kıyas edilerek üçte biri aşan tasarrufların geçerli olmadığını ya da varislere zarar vereceği gerekçesiyle insanların mubah alandaki tasarruf yetkisinin sınırlandırılabileceğini ileri sürmek isabetli bir yaklaşım değildir. Çünkü böyle bir yaklaşım, farklı olan iki şeyin birbirine kıyas edilmesi (kıyâs ma’a’l-fârık) sonucunu doğurmaktadır. Günümüzde insanlar, miras haklarının ihlal edildiğini düşünerek yapılan bağışlar ile devir işlemlerini hemen durdurmak veya derhal bu tasarrufları iptal ettirmek istemektedirler. Ancak günümüz hukukuna göre de bağışta bulunan kişi hayatta iken dava açılarak bu işlemin sınırlandırılması ya da iptal ettirilmesi mümkün değildir. Çünkü bu işlem, akıl sağlığı yerinde olan kişinin kendi mülkünde gerçekleştirdiği bir tasarruf olduğu için hiç kimsenin buna karışma hakkı yoktur. Zira mülkiyet hakkı, sınırsız aynî bir hak olması hasebiyle insana sahip olduğu eşya üzerinde dilediği gibi tasarruf etme yetkisini sağlar. Genel kural böyle olmakla birlikte kişinin sağlığında iken yaptığı tasarruflar çocukların yasal paylarının yarısını (saklı pay) aşmışsa, -İslâm hukukunun aksine- günümüz hukukuna göre ebeveynlerin ölümünden sonra dava açılabilmektedir. Bu çalışmada ebeveynlerin çocuklarına mal verirken adâlete riayet etmediği durumlarda yapılan bağışın hukuken geçerli olup olmadığı, böyle bir tasarrufun yargı yoluyla sınırlandırılıp sınırlandırılamayacağı ele alınarak Türk medeni hukukundaki mevcut durumu gösterilmeye çalışılmıştır.

Keywords